Bilinç sıçramasının eşiğinde

Alber NASİ Köşe Yazısı
5 Şubat 2020 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta dünya, her biri gündemi meşgul edebilecek üç çok büyük olayı yaşadı.

Tüm olanların arasında en önemsiz gibi görünen ancak gelecek on yıl içeresinde etkisinin çok daha yoğun hissedileceği Brexit süreciydi. Uzun bir sürenin ardından Birleşik Krallık, sürecin üçüncü başbakanı ve Brexit in en ateşli savunucularından Boris Johnson’un kurduğu hükümetle Avrupa Birliğinden ayrıldı. İngilizler bu adımla kendi finansal ağırlıklarına darbe vururken, belki isteyerek belki de istemeyerek da olsa AB’nin parçalanma sürecini de başlatmış olabilirler. Bu sürecin sonuçları ancak yaşanarak anlaşılabilir.

Bir diğer önemli konu ise Trump’ın Ortadoğu Barış planıydı. Planın açıklanması öncesinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun seçime yönelik Batı Şeria’yı ilhak planı oldukça tedirgin ediciydi. Seçim vaadinden başka bir özellik taşıyamayacak ve mutlak bir savaşa sebep olacak Netanyahu’nun bu vaadinin arkasından açıklanan Trump planının Netanyahu’nun tedirgin edici açıklamalarından sonra gelince Ortadoğu barış planının da Batı Şeria’yı ilhak etmeyi kapsadığı algısı oluştu. Oysa Trump’ın planı çok daha çözüm odaklı ve belki de daha önce kimsenin önermediği kadar cömertti.

Daha önceki planlar hep toprak bölüşümünden ve değişik haklardan bahsederken ilk defa bir planda bir devlet kurmak için gereken finansal destekten bahsedildi. Önerilen meblağ son derece cömert olmakla beraber Filistinlilerin hakkını çılgıncasına savunan ve Filistinlileri kardeş bilen milletler tarafından gelecek yardımlarla konu finansal desteğin çok daha yukarılara çıkması beklenmelidir. Aksi takdirde şu anda Filistinlilerin yanında olduğunu iddia edenlerin bu desteklerinin sadece sözde kaldığını ve esas amacın İsrail düşmanlığı olduğu gerçeği ortaya çıkar.

Sözgelimi Bağımsız bir Filistin Devleti kurulması aşamasında yeni ülkenin oluşumu için gereken altyapı ve kurumların oluşturmasında kendilerine yardım kurumu diyen kuruluşların veya en genel kapsamında son derece Filistin sevdalısı olan BM ve ona bağlı UNESCO, URNWA gibi örgütlerin Trump’ın telaffuz ettiği rakama ek katkısı olacak mı? Yoksa konu gerçekten gereken finansal desteğe gelince başlarını başka yöne çevirip boş işlerle maddi kaynaklarını tüketmeye devam mı  edecekler?

Bu arada planın mürekkebi kurumadan başta Mahmud Abbas olmak üzere barış sevmezlerin veya başka bir deyişle statükodan memnun olanların planı reddetmesi de son derece beklenen bir durum. Bu tiplerin korkulu rüyası İsrail ile Filistinlilerin bir şekilde anlaşması ve ister tek devletli ister çift devletli olsun İsrail ile Arapların bir arada ileriye doğru hareket etmesidir.

Söz gelimi en basitinden İsrail düşmanlığıyla halk desteğini toplayan İran molla rejimi, taraflar arasında bir anlaşma olmasını engellemek için elinden geleni sonuna kadar yapacaktır. Ne yazık ki anlaşmazlıktan beslenen güçler temizlenmedikçe veya taraflar kendi işlerini kendileri görmeyi beceremedikleri sürece herhangi bir barış planının işlerlik kazanması söz konusu olamaz.

Gündemin üçüncü sırasında olan ama aslında en önemli ve insanlığın geleceğini etkileyen olan korkularına yeni bir korku katan ise Çin’de ortaya çıkan Corona virüsü. Çin ile ABD arasında varılan ticari anlaşmanın hemen arkasından ortaya çıkan ve hızla yayıldığı öne sürülen, Uluslararası Sağlık Örgütünü alarma geçiren hatta Çin Devlet Başkanı Xi Jingpeng’in bile itirafta bulunmasına sebep olan bu virüsün gerçekte ne kadar tehlikeli olduğu anlaşılmış değil.

Oluşan depremlerle ilgili bile komplo teorileri üretmekte mahir olanlar, bu virüsle ilgili ipe sapa gelmez teoriler ortaya atmaktan geri kalmadılar. Ortada bir komplo varsa bile bu komplonun ABD ile Çin’in ortak komplosu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu arada insan nüfusunu en azından bu yüzyıl içerisinde 500 milyona düşürme fikri virüsle mümkün olamaz. Dünyadaki insan nüfusunun 500 milyona düşmesi ancak bir bilinç sıçraması ve inanç sisteminin değişmesi ile mümkün olabilir.