Üniversiteleşiyoruz ama nasıl?

Metin BONFİL Köşe Yazısı
5 Şubat 2020 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta sonu büyük bir hukuk bürosu sahibi dostum yeni avukat eleman almak istediklerini ancak, Türkiye’de 79 hukuk fakültesi olmasına rağmen, bunların sadece dördünden mezun olanlarının başvurularını değerlendirebildiklerini söyledi. Yani, 75 hukuk fakültesinin mezunlarının yeterli olmadığını düşündükleri anlamına geliyor. Öte yandan, artan oranda genç işsizlik konusu gündeme gelmekte. Buna ilaveten, basında sık sık genç işsizler arasında üniversite mezunlarının oranının arttığından söz ediliyor.

Şalom okurları için bu konuyu biraz irdeledim. Kalite konusunda yorum yapmadan önce, rakamlarla Türkiye’deki üniversitelerin son 30 senedeki gelişimine bakalım.

1990 senesinde Türkiye’de sadece biri vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 29 üniversite bulunuyordu. 2018’de bu rakam 72’si vakıf ve 129’u devlet üniversitesi olmak üzere toplam 201’e ulaştı. Sadece 28 senede 172 yeni üniversite kuruldu. Üniversite öğrencisi sayısı da buna paralel olarak 1990’da 636 binden 2019’da 7,7 milyona ulaştı.

73 vakıf üniversitesinin 53’ü son 12 senede kuruldu. Bunların büyük kısmı İstanbul ve Ankara’da. Koç, Sabancı, Bilgi, Özyeğin, Bahçeşehir vb. okullar hep bu kategoride. Ancak,  vakıf üniversiteleri toplam öğrenci sayıları itibarı ile sadece yüzde 8’lik paya sahip. Koç, Sabancı ve Özyeğin öğrenci sayıları 5 ila 7 bin arasında iken, Bilgi ve Bahçeşehir 25’er bin seviyelerinde.

Yüksek öğrenimi ön lisans, lisans, yüksek lisans ve üstü olarak sınıflandırmak gerekiyor. Toplam öğrenci sayısı yüksek gözükmekle birlikte, burada iki önemli özellik dikkat çekiyor: Birincisi, öğrencilerin yarısından çoğu açık öğretim ile okuyor. İkincisi, toplam öğrencilerin neredeyse yüzde 40’ı sadece ön lisans yapıyor. Yani, iki senelik bir programa yazılıyor.

Açık öğretim nedir? Açık öğretim, öğrencinin kampüse gitme zorunluluğunun olmadığı, dersleri bilgisayar ve TV ortamında ve kendi süratinde takip edebildiği modern bir eğitim şeklidir. Maliyet avantajı ve bir yandan çalışıp bir yandan eğitimini sürdürme imkânı vermesi bakımından fazlaca tercih edilen bir yöntem. Ne var ki, üniversite hayatı sadece ders geçmekten ibaret olmadığı için öğrencinin üniversite deneyimi sosyo-psikolojik yönden kısıtlı kalmakta. Son beş sene içinde, açık öğretim fakültesinde (AÖF) okuyan kayıtlı öğrenci sayısı 1 milyon artarak 3,9 milyona ulaştı. Diğer bir ifade ile, toplam 7,7 milyon öğrencinin 3,9 milyonu kampüse gitmeden üniversiteye gidiyor. Ne yazık ki, AÖF mezunları iş başvurularında genelde dezavantajlı bir konuma indirgenebiliyor. Açık öğretimi takip eden 3,9 milyon öğrencinin 1,9 milyonu ön lisans, 2 milyonu ise lisans programlarında kayıtlı gözüküyor.

Ön lisans nedir? Sağlık yönetimi, mağazacılık, hukuk büro sekreterliği turizm vb. alanlarda iki yıllık eğitimle lisans alarak üniversite diplomasına sahip olma uygulaması yoğun bir şekilde tercih edilmekte. 7,7 milyon üniversite talebesinin 2,8 milyonu ön lisans programlarını takip ediyor. Ön lisans programlarını takip eden öğrencilerin 1,9 milyonu açık öğretim üzerinden kayıtlı.

Öte yandan, üniversitelere girmek giderek zorlaşmakta: On sene önce yıllık başvuran kişi sayısı 1,5 milyon iken geçen sene 2,5 milyon kişi başvurmuş. On sene önce başvuruların yüzde 54’ü yerleşirken, geçen sene yerleşme oranı yüzde 36’ya düşmüş. Yani, 2018’de yerleştirme sınavına giren 1,6 milyon kişi herhangi bir üniversiteye kaydolamamış.

Bir diğer gelişme ise yabancı öğrenci sayısında gözüküyor: On sene önce yabancı öğrenci sayısı 25 bin iken, geçen sene bu sayı 125 bin kişiye ulaşmış. Yabancı öğrencilerin yarısı Suriye, Azerbaycan, Türkmenistan, İran ve Afganistan uyruklu.

Özetle, Türkiye’deki yüksek öğrenim kapasitesi son 28 senede 172 yeni üniversitenin kurulması ve kontenjan artışları ile olağanüstü şekilde arttı. Bu artışlar sayesinde üniversiteleşme oranı nicelik olarak OECD ortalamalarına yaklaşmış olsa da, yüksek öğrenim görenlerin yarısının açık öğretim üzerinden katılmaları ve yüzde 40’ının sadece ön lisans programlarında olmalarından dolayı nitelik/yeterlilik/kalite konusunda gençlerimizin hak ettikleri seviyelerin henüz uzağındadır. Artan kontenjana rağmen, her sene 1,2 milyon gencin üniversite çağına girmesi ve kaydolamayanların bir sonraki seneye devretmesinden dolayı kapasite ve eğitmen sayısının yetersizliği devam etmektedir.

Basında çıkan haberlerde Türkiye’de 4,4 milyon kişinin işsiz olduğu ve bunun da 1,2 milyonunun üniversite mezunu olduğu belirtiliyor. Ancak, bu üniversite mezunlarının standart ölçümlemelere göre hangi evsafta oldukları dile getirilmemekte. Diğer taraftan, iş dünyası vasıflı gençleri bulamamaktan şikâyet etmektedir.

Üniversiteler yıllandıkça değeri artan kurumlardır. Dünyanın en köklü üniversitelerinin birkaç asırlık üniversiteler olduğunu görmekteyiz. Son on veya yirmi sene içinde ortaya çıkan üniversiteler gerek kurumsallaşma gerekse eğitim kalitesi konularında henüz yolun başındadır. Nitekim, Center for World University Rankings’in 2019-2020 araştırmasına göre, Türkiye’nin en iyi üniversitesi olarak kabul edilen ODTÜ dahi, dünyanın en iyi üniversiteleri arasında ancak 582. sıraya yerleşebildi.

Ne yazık ki, iş dünyası açık öğretimle ve kökleri henüz derinlere inememiş ve henüz kendisini duyuramamış üniversitelerinden gelen taze beyinlere fırsat vermek gibi bir görevi kendisinde görmemektedir.

Kaynak:  ec.europa.eu / data.oecd.org / www.yok.gov.tr