Barış düşmanla yapılır

Ortadoğu sorunu ile ilgilenen ve sürekli bir kesimi suçlayıp, diğerinin yanlışlarından bahsetmeyen iyi niyetli taraflara her daim sorduğumu, yazının sonunda değil de, hemen sorayım:

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
12 Şubat 2020 Çarşamba

1947’nin kasım ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda oy çokluğuyla kabul edilen ve Filistin’de biri Yahudi diğeri Arap olan iki yeni ülke kurulmasını öngören karardan sonra, İngiliz Mandasının Mayıs 1948’de bölgeyi terk etmesinin akabinde, Yahudiler kendi ülkelerini kurarken, Filistinliler de bu gerçeği reddetmeyip ülkelerini kursalardı bugün bölge ne halde olurdu?

BM kararını tanımayıp İsrail’e saldıran Filistinliler ve bölge ülkeleri her savaşta çok şey kaybetti ve hep mağdur oldular. 1948, 1967 ve 1973 savaşlarında İsrail yeni topraklar ele geçirdiği, bazılarını daha sonraları geri vermek suretiyle, bugünkü şekillenen coğrafyayı oluşturdu.

Sonra barış görüşmeleri devreye girdi. Eylül 1978’de İsrail ve Mısır, barış karşılığı İsrail’in Sina Yarımadasından çekilmeyi öngören ve akabinde Batı Şeria ve Gazze’nin statüsünün konuşulmasını taahhüt eden, Menahem Begin ve Enver Sedat gibi iki cesur liderin imzaladığı Camp David Barış Anlamasını hayata geçirdiler. Ancak Sedat’ın Arap dünyasında pek öncesi olmayan ezber bozucu barış imzası onun hayatına mal olacak ve Ekim 1981’de suikast sonucu öldürülecekti.

Bir diğer barış anlaşması ise Temmuz 1994’te İsrail ile Ürdün arasında imzalanacak, Ürdün Kralı Hüseyin yine cesur bir davranışta bulunarak, Mısır’dan sonra İsrail’i bölgede tanıyan ikinci ülke olacaktı. İlginçtir, bu kez suikast İsrail’de olacak ve 1991-1993 arasında yapılan ve Filistinlilerle kalıcı bir barışı hedefleyen Oslo Görüşmelerinin mimarı Yitshak Rabin aşırı sağcı bir İsrailli tarafından Kasım 1995’te öldürülecekti.

Fanatiğin ve katilin dini yoktu görüldüğü gibi.

İsrail daha sonra, Yaser Arafat önderliğindeki Filistinlilerle, ABD ve Avrupa’nın arabuluculuğu ile çeşitli barış girişimlerinde bulunacak ama en önemlisi 2000 yılındaki ABD’de yine Camp David’de imzalanmaya ramak kalacak bir devrim köşeden dönecekti. Kudüs’ün doğusunun başkenti olacak bir Filistin Devleti’nin kurulmasını öngören ve öncesinde olmadığı kadar İsrail tarafından verilen tavizleri içeren ve İsrail tarafından kabul edilen anlaşma son anda Yaser Arafat tarafından reddedilecek ve her şey başa dönmüş olacaktı. Filistin tarafının imza atması durumunda İsrail sağının büyük tepkisini ve daha fazlasını göstereceği bilinen anlaşma, bölgedeki 1948’de Filistinlilerin hatasını kapatacak ve iki devlet yan yana yaşamaya başlayacaktı. Ama olamadı. Filistinli yöneticiler bir kez daha bilinmeyen nedenlerle reddedeceklerdi hayalin gerçeğe dönüşme anlaşmasını.

Ve o gün bugündür bölgede sadece İntifada, Gazze savaşları, intihar bombacıları gündemi işgal etmeye devam edecek, sağın yönettiği İsrail barışa karşılık vermesi gereken tavizlerden yavaş yavaş geri adım atacak ve son yıllarda da ABD Başkanı Trump’ın koşulsuz İsrail desteği Netanyahu’yu, iktidarda da kalmayı sürdürme amacıyla daha da sağa itecekti.

En nihayet bugünlerde ortaya konulan ve büyük ihtimalle Trump’ın damadının İsrail sağı ile birlikte hazırladığı ve öteki tarafı hiç dahil etmediği tek taraflı ‘Yüzyılın Anlaşması’nı konuşuyor dünya.

Filistin tarafının anlaşmayı dahi okumadan belgeyi reddetmesi, İsraillilerin meşhur “Onlar fırsat kaçırmakta hiçbir fırsatı kaçırmazlar” sözünü akla getirebilir. Ancak anlaşmayı okuduğunuzda şartların Filistinliler tarafından yenilir yutulur bir lokma olmadığı gün gibi aydınlık duruyor.

Batı Şeria’nın yüzde 30’unu İsrail ilhak ederken geri kalan bölge Filistin Devleti’nin sınırları içinde olacak ama yerleşimler ile iç içe veya sınırdaş olan, deliklerle dolu İsviçre peynirine benzeyen çok karmaşık bir coğrafyaya sahip bir devlet öngörülüyor. Gazze’den de Batı Şeria’ya tüneller ve köprüler ile bağlanan adeta bir Disneyland ülkesi görünümü vadeden bir Filistin Devleti coğrafyasını Filistinlilere kabul ettirmek herhalde deveye hendek atlatmaktan daha zor olsa gerek.

Lakin, beklenmedik bir gelişme olur ve Filistin lideri Abbas, işin kolayına kaçıp bu planı hemen reddetme yerine, “Masaya oturuyorum ama bu planı bir başlangıç olarak görüp bizim isteklerimizin de plana dahil edilmesinin mücadelesini vereceğimiz görüşmelere başlayalım” der mi?

Abbas bu cesareti gösterirse, bütün dünyanın olağanüstü desteğini alacağını ve Netanyahu dahil İsrail sağının şaşıracağına ihtimal verilebilir. Netanyahu’nun yeni seçimlerin akabinde hükümeti kurmak için ihtiyacı olduğu dinci veya aşırı sağın ‘Filistin Devleti’ sözüne bile tahammülleri olmamasına rağmen Filistinlilerin planı en baştan reddedeceği inancıyla bir Filistin Devleti’nin kurulmasını öngören planı eleştirmedikleri ve destekliyor göründükleri açık bir gerçek.

Barış anlaşması olması halinde Filistin halkının refahını yükseltmek ve yeni kurulacak devletin altyapısını kurmaya yönelik yatırımlar için verilecek 50 milyar doların, kimi plana karşı çıkanların iddia ettiği gibi bir rüşvet değil aksine, halka yansıyacak büyük bir kazanım olduğunu görmek meseleye yapıcı bakışın da ikinci bir adımı olsa gerek.

Yan yana yaşayacak iki devlet gerçeğinin 72 yıldır süren büyük sorunları çözmeye çalışacak en temel çözüm olduğuna ikna etmek lazım herkesi.

Bu sorunlu süreçte en fazla mağduriyet yaşayanın Filistin halkı olduğu gerçeğini de kabul etmek gerek. Lakin liderlerinin yeteri kadar sorun çözücü olmadıkları gerçeğini de teslim etmek gerek.

Barışın peşinde koşacak gerçek liderler bu makûs talihi yenebilecek cesareti gösterebileceği gün savaş ikliminde masumiyetini yitirmiş tüm taraflar barıştan başka bir yol olmadığını anlayacaklar.

Savaşın, terörün, yoksulluğun ve yoksunluğun bir 72 yıl daha sürmesini istemiyor Ortadoğu’nun çoğu insanı.

Liderler bunu duysun bir zahmet! Niyetleri barış değil de, statükonun korunması ise bilelim artık!

Hem, barış dediğiniz sadece düşmanlar arasında yapılmaz mı?