Duraklama Devri

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
12 Şubat 2020 Çarşamba

Pazar günü çok sevdiğimiz ancak eski sıklıkta görüşmediğimiz arkadaşların evine çaya gittik. Özlemişim evde toplanmayı. Nedense hayatımız çoğunlukla, ‘dışarıda’ geçiyor. Hafta sonlarında gece programları, ‘bir sinema, bir yemek’ şeklinde gelişiyor. Doğru dürüst bir sohbet yapamadan herkes evine dönüyor. Otomatiğe bağlanmış gibiyiz. Arada bir değişiklik olsun diye, ‘önce yemek, sonra sinema’ yapıldığı oluyor. O zaman da basan rehavetle filmin bazı karelerini kaçırıyoruz. Tercih edilen seanslar çoğunlukla saat 19.00 civarında olanlar. En büyük avantajı çoktandır görmediğiniz dostlarınızla karşılaşıp, ayaküstü birbirimizin ifadesini almaktır. Özel bir durum olmadıkça 21.45 seansını çoktan bir kenara bıraktık. Hafta içi konserlerinde tercihimiz saat 20.00’de  başlayanlar… Geceleri artık daha erken yatıyoruz, gibi bir sorunumuz da yok oysa…

Dostlarla istediğimiz sıklıkta görüşememek de benzer bir bahane. Genelde hep ‘hafta sonu’ programları üstüne yoğunlaşıyoruz. O zaman da araya başka etkinlikler giriyor. Haberleşme, uzun telefon konuşmalarıyla kısıtlanıyor.

Arkadaşlara gittiğimiz gün, sehpanın üzerinde duran çok zarif, oya işi dantel örtüye bir kez daha hayranlıkla baktım. Zamanında rahmetli annesinin işlediğini biliyordum.

“Anneannemden kalan çok güzel, çaya batırılıp açık sepya rengi verilmiş bir masa örtüsü var. Çok dikkat gereken ütüsü, yer yer kimi ipliklerin aşınmasından ötürü kullanmaya kıyamıyorum’ sözlerimin üzerine aldığım yanıtla biraz sarsıldım. ‘Eve gittiğinde örtüyü çekmeceden çıkar, kolacıya ver, ve masaya ser. Keyfini sür. Zira, emin ol, senden sonra çöpe atacaklar…” dedi. ‘Senden sonra…’ Bu iki sözcük beynimde yankılandı. Yılların geçtiğini fark ediyorum da, yaşları beraberinde götürdüğümüzü algılayamıyorum galiba. 

↔↔↔

İstanbul’un kaldırımları malum. Evden sağlam çıkıp, tek parça halinde geri dönmek bir nimet. Pusetli annelerin ve yaşlıların sık sık kaldırım değiştirmeleri keyfi değil. Yerinden çıkmış taşlar, çukurlar, engebeli yollar. Hepsi dengeyi kaybetmek için birer tuzak. İki hafta önce, ben de nasibimi aldım. Kaldırımın yüksek, bastığım asfaltın düz olmaması, düşmemi engellediyse de ayağım fena halde burkuldu. Üstüne basabildiğimi fark edince, biraz ağrısa da yoluma devam ettim. Eve geldiğimde klasik buz ve ağrı kesici jel tedavisine giriştim. Aradan birkaç gün geçip düzelmeyince, doktora gittim. Tabii, olmazsa olmaz, MR çekildi. Neyse ki kırık yoktu. Hazır gelmişken, bir süredir dizlerimin de ağrıdığını söyledim. Muayene sonrasında, “Bir MR çekelim. Duruma göre, üç haftalık iğne tedavisine başlarız” dedi. İlk tepkim, şaşkınlık, sonra da ‘şimdiden mi başlayacağım iğnelere’ oldu. Bir an için, diz iğnelerini sadece annem ve yaşıtları yapar diye düşündüm.

Kısa süren bu şaşkınlıktan sonra, kendime geldim. Elbette, ‘şimdiden’ başlayacaktım. Ne de olsa, ‘yükselme devri’ çoktan bitmiş, ‘duraklama devrinin’ sonlarına gelmiştim.

Sonuç olarak, geçici arazlara takılmadan yaşamaya devam edelim. Hem de kasa bekleyen hatıraları zevkle kullanaraktan…