‘Sözde’ ve ‘yok hükmünde’ bir plan
ABD Başkanı Trump’ın adıyla anılan ‘Vision for peace, prosperity and a brighter future for the Israelis and Palestinians’ başlıklı plan 28 Ocak’ta bazı Arap ülkeleri temsilcilerinin de katıldığı bir törenle kamuoyuna açıklandı. Türkçesi: İsrailliler ve Filistinliler için barış, refah ve parlak bir gelecek tasavvuru.
Planın içeriğini merak edenler https://www.whitehouse.gov/wp-content/uploads/2020/01/Peace-to-Prosperity-0120.pdf bağlantısından ulaşabilir.
FÖY Başkanı Mahmud Abbas daha açıklanmadan karşı çıkarken Sünnî Arap devletlerinin kimi açıkça kimi ise olumsuz tepki vermeyerek plana zımnen arka çıktılar. Bu ‘sözde’ plana karşı çıkıp ‘yok hükmünde’ sayan ülkelerin başını ise İran ve Türkiye çekmekte.
Muktesep haklar
Trump planının öğeleri yeni değil; 1917’den beri piyasada!
2 Kasım 1917 tarihli Balfour Deklarasyonunda “Majesteleri’nin Hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için ulusal bir yurt kurulmasına olumlu gözle bakmaktadır…” deniyordu.
25 Nisan 1920 San Remo Konferansı bildirgesinde ise Balfour Deklarasyonundaki hedefin gerçekleşebilmesi için Milletler Cemiyeti Sözleşmesinin 22. maddesi gereğince bir ülkenin manda ile görevlendirileceği, mandater ülke olacak İngiltere’nin Balfour Deklarasyonunda söz konusu olan Yahudi halkı için bir yurt kurma yükümlülüğünü üstleneceği öngörülüyordu. Nitekim bu şart, mukaddimesinde Yahudi halkının ülkeyle olan tarihî bağına ve orada bir yurt kurma hakkına işaret eden 24 Temmuz 1922 tarihli Milletler Cemiyeti’nin Filistin Mandası metninde aynen yer aldığı için Uluslararası Hukukun bir parçası haline gelmiştir.
23 Eylül 1922 Trans-Ürdün Muhtırası ile manda metnine yapılan bir ilaveyle Ulusal Yahudi Yurdunun Ürdün Nehrinin doğusuna uzanamayacağı kayıt altına alınmıştı. Bu muhtıranın günümüzde yapılmakta olan tartışmalar açısından önemi, mutasavver Yahudi yurdunun sınırını Ürdün Nehri olarak tescil etmiş olmasıdır.
24 Ekim 1945’te resmiyet kazanan Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 80. maddesinde ise “…Birleşmiş Milletler üyelerinin herhangi bir devletin veya halkın mevcut uluslararası anlaşmalar çerçevesinde kazanılmış olan haklarının değiştirildiği bir anlaşmaya taraf olması söz konusu olamaz” deniliyor.
Bu ifade, Birleşmiş Milletler örgütünün Milletler Cemiyeti’nin mandaya ilişkin muktesebatını ve taahhütlerini devralmış olduğuna işaret etmekte.
Özetle, muktesep yani kazanılmış hakların Birleşmiş Milletler’de yapılacak oylamalarla yok sayılması mümkün değil!
İngilizlerin, Arapların (ve Müttefiklerin) taksiratı
Ancak, İngiltere’nin üzerine aldığı bu görevi petrol menfaatleriyle ilintili Arap tehdidi yüzünden zamanında yerine getirmemiş olması Yahudi halkının Almanların elinde soykırıma uğramasına neden oldu. Dahası, Alman ölüm kamplarındaki imha faaliyetlerinden haberi olan İngiliz ve Amerikalılar kendilerine yapılan bütün imdat çağrılarına rağmen kamplara ulaşan demiryollarını bombalamayı reddetti. Netice? Avrupa Yahudi nüfusunun tamamına yakını kırıldı!
BM’in kuruluşundan itibaren geçen kısa zamanda ne oldu?
λ 29 Kasım 1947’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Filistin Taksim Planını onayladı. Arapların tümü, BM Güvenlik Konseyi tarafından oylanmadığı için zaten bağlayıcılığı olmayan bu metni reddetti ve mandater İngilizler hâlâ ülkedeyken bir iç savaş başlattılar.
λ 14 Mayıs 1948’de mandanın son bulduğu gün İsrail bağımsızlığını ilan etti. İngilizlerin ülkeyi terk etmelerinin hemen akabinde, İsrail, komşu Arap devletlerinin beyanlarıyla sabit, soykırımı amaçlayan bir savaşa maruz kaldı.
λ Trans-Ürdün Devleti, Ürdün Nehrinin batı yakasındaki topraklarla Kudüs’ün doğusunu işgal edip 1951’de ilhak etti. Mısır Gazze’yi işgal etti. Ve 1949’da mütareke (silah bırakışması) ilan edildi.
λ Savaş neticesinde Filistin ve Arap ülkelerinden canları pahasına kaçmak zorunda kalan Yahudi mülteci sorunları ortaya çıktı. Yahudi mülteciler İsrail’e ilaveten Amerika ve Fransa gibi ülkelerde entegre olurken Arap ülkeleri Filistinli kardeşlerini kamplarda tutup uluslararası sadakayla yaşamaya mahkûm etti.
Yakın tarih
λ 1967 İsrail – Arap savaşının çıkmasının temel nedeni İsrail’in 1949 ateşkes sınırlarındaki en dar yerinin sadece 14,5 kilometre yani savunulamaz oluşuydu. Bu savaşta İsrail Sina’da, Mısır işgalindeki Gazze’de, Golan’da ve Kudüs dahil Ürdün işgalindeki Yahudiye ve Samiriye’de (Batı Şeria) egemen oldu.
λ 1970 Eylülü’nde Filistinli militanlar Ürdün rejimine tehdit oluşturduğunda çıkan savaşta 4500 kişi hayatını kaybetti.
λ 1979 İsrail-Mısır barışı imzalandı.
λ 1982 FKÖ’nün fiili egemenliği altındaki Güney Lübnan’dan (Fatahland) İsrail’e düzenlediği saldırılar neticesinde İsrail Beyrut dahil Lübnan’ın önemli bir bölümünü işgal etti; Hıristiyan Arap güçleri Sabra ve Şatila kamplarındaki Filistinlileri katletti; Filistinli militanlar Tunus’a sığındı.
λ 1991’deki Körfez Savaşında Irak, İsrail şehirlerine füzeler attı.
λ 1993 ve 1995 Oslo Anlaşmalarıyla Filistin Özerk Yönetimi kuruldu, Filistinli militanların Tunus’tan Batı Şeria ve Gazze’ye dönmeleri sağlandı.
λ 1994’te İsrail-Ürdün barışı imzalandı.
λ 2000-2005 El Aksa İntifadasında 1031 İsrailli, 5103 Filistinli öldü.
λ 2005’te İsrail Gazze’den tek taraflı olarak çekildi. 2007’de İsrail ile barışı reddeden Hamas örgütü Gazze’de yönetimi ele geçirdi. Filistin hareketi ikiye bölündü. 2008-2014 arası Gazze kaynaklı, sivil ahaliyi hedef alan roket atışları yüzünden İsrail Gazze’ye üç kere müdahale etmek zorunda kaldı.
λ 2006 Güney Lübnan’da fiilen egemen olan Şii Hizbullah örgütünün devriye gezen İsrail askerlerini kaçırması ve öldürmesi İsrail’in müdahalesine sebep oldu.
Auschwitz sınırları
Arap-İsrail anlaşmazlığı uzun zamandır sürüyor. Sürmesinin sebebi masaya sürülen barış planlarının İsrail’in asgarî güvenlik ihtiyaçlarını karşılayamaması. Diğer bir deyişle İsrail’in Dışişleri eski Bakanlarından Abba Eban’ın ağzıyla, 1967 öncesi savunulamaz mahiyette olup savaş davet eden Auschwitz sınırlarına dönmeyi reddetmesi.
Nasıl bir barış?
İsrail tarafının kendi rızasıyla varlığına tehlike arz edecek bir yapılanmaya müsaade etmesi mümkün değildir. Trump Planı bu yüzden, Yahudi bir fanatik tarafından 1995 yılında katledilen Barış Nobeli sahibi İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’in barış parametrelerini göz önüne aldı. Bunlardan birincisi İsrail’in doğu sınırının Yahudiye (Judea) dağlarının sağladığı 1400 metreye kadar ulaşan yükseltilerle çevrili Ürdün Vadisinde olması mecburiyeti; ikincisi ise Filistin tarafına, İsrail’e zarar verememesi kaydıyla, azami özerklik sağlayan bir devlet yapılanması sunulması.
Yazının başında zikredildiği gibi, Sünnî Araplar bu plana oldukça sıcak bakıyor. Sebebi Filistin’e olan nefretleri veya İsrail’e olan aşkları değil tabiî. Temel sebep bunların Şiî İran’dan algıladıkları yaşamsal tehlike ve İsrail’i İran’a karşı bir müttefik olarak görmeleri. Diğer bir deyişle bunlar İsrail’den bekalarına bir tehdit algılamıyorlar.
Dünya basını, Washington’da büyük tantana ile açıklanan planın muhatabı olan Filistin tarafının yokluğuna “Gelin düğünde niye yoktu?” benzetmesiyle vurgu yaptı. Yoktu, çünkü bu bir ‘barış anlaşması’ değildi. Sadece vitrine konup müşterisi beklenecek bir plandı ve muhatap yokluğunda bu plandan iyisi yapılamazdı.
1967 Allon ve 1995 Rabin parametreleri İsrail’in kabul edebileceği asgarî gereklilikleri içermekteydi. Konuya ilgi duyanlar aşağıdaki bağlantıya bakabilir.
https://jcpa.org/article/the-u-s-peace-plan-a-return-to-the-rabin-doctrine-of-defensible-border/
Danışman damat Kushner planı detaylandırırken bütün bunları göz önüne aldı. Arap tarafını memnun edebilmek için de İsrail’in güneyindeki Negev’den, Yahudiye ve Samiriye’den (Batı Şeria) ilhak edilecek stratejik bölgelere eşdeğer kilometrekarelik toprak verilmesini önerdi.
Üçgen tabir edilen ve İsrailli Araplarla meskûn bir sınır bölgesinin sınır geriye çekilerek mutasavver Filistin devletine bırakılması fikri ise Filistinli kimliklerine çok düşkün İsrailli Araplar tarafından şiddetle reddedildi. Bunlar “Biz İsrailliyiz, Filistin devletine kakalanmayı kabul etmiyoruz” diyorlar.
İsrail tarafının vitrine koyduğu diğer bir koz ise Batı Şeria’daki Filistin bölgesini Gazze’ye yani denize bağlayacak bir tünel.
Bir alışveriş nasıl yapılır?
Sorun şu ki pazarlık masasında olan tarafların alıp satmak istedikleri arasında bir uyum yok. Bir pazar yerinde iki satıcı düşünün. Birileri bunlara aralarındaki değiş-tokuşun şartlarını dayatmaya çalışıyor. Oysa bir alışveriş ancak iki tarafın arz ve talepleri arasındaki dengede gerçekleşebilir. Pekiyi, bu denge nasıl oluşur? Ya havuçla ya sopayla veya her ikisiyle! Ne İsrail ne de Filistin tarafının kollarının kıvrılması söz konusu. Yani sopa yok, sadece havuç var. Neticede bir şeyler almak istiyorsanız bir şeyler vermek durumundasınızdır.