Hızır, Jung ve insan ümidi

Ayşe ACAR Köşe Yazısı
19 Şubat 2020 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta Aleviler üç gün Hızır Orucu tuttu. Bu oruç bir anlamda 6 Mayıs’ta başlayacak olan Hızır Günlerine (Yeşil Mevsimi) bir çağrı niteliği taşır. Hızır, zor durumda olanların çağrısını duyan, yardıma yetişen mitik bir karakterdir. 

 

Hesaplanabilir insan dünyasında hesapsızca ortaya çıkan, mucizelere yer açan bir figürdür. Hızır, Spinoza’nın Etika’sında kendisine yer bulamasa da bilinçdışı dünyada, her zaman diliminde ve her coğrafyada yaşayabilen bir kahramandır. Pagan Hristiyanlığının Green Man’i ile Anadolu insanının Hızır’ı hemen hemen aynı kişidir; Yeşil Adam.

Tıp ve psikiyatri kökenli bir ruh çözümleyicisi olan Carl Gustav Jung, Dört Arketip eserinin ‘Dönüşüm Sürecini Canlandıran Bir Simge Dizisi Örneği’, alt başlığına şöyle başlar; Örnek olarak İslam mistisizminde önemli bir rol oynayan ‘Yeşillenen’ Hızır’ı seçtim. Hızır, Kuran’ın, yeniden doğuş gizemini anlatan ‘Mağara’ adındaki 18. suresinde karşımıza çıkar.”Mağara Suresini (Kehf) Jung’tan daha iyi analiz eden başka birileri var mıdır bilemiyorum ama Jung’un analizi Hızır kültürünün daha iyi anlaşılmasında elimizdeki en önemli yapıt olarak durmaktadır. Jung’a göre; mağara yeniden doğuşun gerçekleştiği yer, insanın kuluçkaya yatıp yenilenmek üzere kapatıldığı gizli bir oyuktur. Her kim mağaraya yani herkesin kendi içinde taşıdığı mağaraya ya da bilincin dışındaki karanlığa girerse, kendini önce bilinçdışı bir dönüşüm sürecinin içinde bulur.

Hızır, bir taraftan doğanın yeşilleneceğine, baharın geleceğine dair bir ümit simgesiyken diğer yandan insanın iç dünyasında bir dönüşümün başlangıcında duran kişidir. Dışarda doğaya içerde insanın kendiliğine seslenir. Hızır’ın varoluşu bilinçli, hesaplanabilir dünyada bilimin konusu değildir. Bu şu anlama gelir; insanda var olan anlam dünyası deney ve gözlemle ölçülebilen bir fenomen değildir. İnsan herhangi bir doğa nesnesi gibi olmuş bitmiş, tamamlanmış ve dolayısıyla hesaplanabilir bir varlık değildir. İnsanı makineden ayıran şey onun var olmayan bir şeyi var olsun diye ümit etmesi ve var kılmasıdır.

Jung’a göre Hızır kendiliği temsil eder. Hızır’ın bir mağarada yani karanlık bir yerde doğduğu söylenir. Karanlık yer melankoliye gönderme yapmaktadır. Fakat melankolinin bir tür depresyon olmadığının altını mutlaka çizmeliyiz. Melankoli; sanatın, yaratıcılığın, dehanın kaynağı olarak bir “yokluk” durumudur. Hızır, İlyas gibi daima kendini yenileyen bir “Uzun Ömürlüdür.” Yeniden canlanan balık olarak yorumlanan İkinci Âdem gibi O da bir danışman, kutsal ruh ve “kardeştir.” Hızır, yalnızca bir bilgeliği değil, aynı zamanda rasyonel aklın erişemeyeceği bir mucizeyi temsil eder.

Spinoza’nın dünyasında yalnızca insan için değil Tanrı için dahi bildiğimiz anlamda bir özgürlüğe yer yokken (Spinoza’da özgürlük, zorundalığın idrak edilmesinden ibarettir.) Hızır bize bir özgürlükler olanağı sunar. Bu olanağın başlatıcısı ümittir. İnsan, olsun diye olmadan önce söz söyleyen varlıktır. İnsan ümidi, insanın başladığı yerdir. İnsan, doğaya sürpriz yapan varlıktır. Tekerliğin icadı doğaya yapılmış bir sürprizdir. Gökyüzünde uçan uçak kuşları şaşırtmak için yeterlidir.

Peki, insan kendini nasıl şaşırtır?

Her sabah uyandığımızda kendimizi yine aynı buluruz. Sanayi Devrimi öncesi insanların döngüsel zamana uyanması gibi, her sabah aynı olan kendimize uyanırız. Bir haber, bir olay bizi şaşırtır ama kendimiz kendimizi nasıl şaşırtırız? Bize öğretilen şaşırtmamız gerektiğidir, sağlıklı olan şey her sabah aynı kişi olarak uyanmamızdır. Her sabah aynı kişi olarak uyanmak ise hep aynı güne uyandığımız anlamına gelir. Aslında ömrümüz 80 yıl değildir, 80 yıl boyunca hep aynı günü yaşamışızdır.

Jung, Hızır analizinde birkaç kez anlatılan hikâyedeki balığın duruma dikkat çeker. Alegorik dille anlatılan pek çok metinde balık figürü karşımıza çıkar. Sanki balık sembolik anlatımın çözülmesinde bir tür anahtar görevi görmektedir. Örneğin Nuh Tufanında olan bitenleri düşündüğümüzde şöyle diyebiliriz; Nuh, gemisine bir hayvan hariç tüm hayvanları aldı. Bir tek balık gemide değildi, suyun içindeydi. Nuh’un gemisini insan bedeni olarak yorumlayan ezoterikler, gemideki hayvanları insanların eğilimleri olarak yorumlamaktadırlar. Gemide olmayan tek hayvan balık ise ‘niyet’i simgeler. Balığın içinde yüzdüğü su ise bilinçdışına bir göndermedir. Su, ilimi de simgeler ama bu ilim bilinçdışına aittir.

Bilinçdışına ait olması nedensellik dışında bir duruma yapılan göndermedir. Sebep-Sonuç ilişkisi olmayan bir yapı hesaplanabilir olmadığı için sürprizlerle doludur.

İnsan kendini nasıl şaşırtır? Jung’a göre kendisindeki karanlığı kuluçka olarak görüp orada durarak. Hızır orucunun henüz bahar gelmemişken daha takvimler 6 Mayıs’ı göstermiyorken Şubat ayında tutulmasının sebebi budur. Kış ayları karanlık kuluçkayı simgeler. Kuluçkaya yatan Yeşil Mevsimini görme niyetiyle yapar bunu, bir ümittir bu. Oruç içe bilinçdışını dirimli kılan bir ritüeldir, iç harita görevi görür.

Dileyelim bahar gelsin ve Hızır yoldaşımız olsun!