Sitem yalnızca sitem

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
19 Şubat 2020 Çarşamba

Öğretim görevlisi maaşları da hemen hemen bütün kamu görevlilerinin ve memur emeklilerinin olduğu gibi 2020 yılında yapılan toplu sözleşme sonucunda yeniden güncellendi. 2020 yılı Ocak ayı itibarıyla öğretim görevlisi maaşları 6 bin ile 6 bin 500 TL civarında. Bazı kriterlere ve koşullara göre bu maaş seviyesinden daha düşük ya da daha yüksek aylık alan öğretim görevlileri bulunmakta. Her yıl ocak ve temmuz aylarında yapılan düzenlemelerden sonra belirlenen rakamlar sürekli olarak tartışılan ve bir türlü üzerinde görüş birliğine varılamayan bir durumdur. Üstelik günümüz dünyasında kazancı maalesef ülke ortalamalarının çok gerisinde olan öğretmenlerine Osmanlı dedelerimiz hiç de böyle davranmazlardı…

Peki, mesela Osmanlı İmparatorluğunda akademisyen kimdi ve nasıl yaşardı, biliyor musunuz? Akademisyen yani Osmanlı’daki karşılığıyla ilmiye sınıfına mensup müderris; şeyhülislâm, nakîbüleşraf, kazasker, kadı gibi kişilerden oluşan topluluğun ve bunların oluşturduğu kurumun içerisinde yer alır. Hoca, molla, âlim, fakih, üstad, şeyh gibi kavramlar da zaman zaman ilim öğreten kişiler için sıfat ya da övgü olarak kullanılmıştır. Daha geniş anlamda Osmanlı ilmiye sınıfı, klasik ve yerleşmiş İslâmî eğitim kurumu olan medresede yani bugünün karşılığıyla üniversitede usulüne uygun eğitimden sonra icâzetle yani bugünkü anlamıyla diplomayla mezun olup eğitim, hukuk, fetva, başlıca dini görevler ve nihayet merkezî bürokrasinin kendi alanlarıyla ilgili önemli bazı makamlarını dolduran Müslüman ve çoğunlukla da Türklerden oluşan bir meslek grubuydu. İlmiye dışında bugünkü bürokrasinin karşılığı sayılabilecek kalemiye ve askerlerin tüm sınıflarıyla oluşturdukları seyfiye’yi de saymadan edemeyiz.

17. yüzyılın ortalarına kadar devrin bilimleri üzerinde alınan eğitim yani hukuk, teoloji, matematik, astronomi, felsefe, mantık gibi derslerle biçimleniyordu. Üst seviyedeki ilmiye sınıfı üyesi olarak 16. yüzyıl sonlarına kadar ilmiyenin bütünüyle yönetimi, denetimi ve problemlerinden sorumlu olan kazaskerler yani kadı askerler yani Osmanlı’nın yönettiği topraklarda adaleti sağlamak adına atadığı kadılar yani hukukçulardı. 16. yüzyıl sonlarından itibaren şeyhülislâmlar; kazaskerlerin önüne geçti; şehzadelere hocalık yapıp daha sonra şehzade padişah olunca protokolde çok yüksek bir konuma sahip olan padişah hocaları, Hz. Peygamber soyundan gelen seyyid ve şeriflerin başı, nakîbüleşraflar, ayrıca hekimbaşı, müneccimbaşı ve nihayet devlet ve halk katında çok itibarlı bir konuma sahip olan tanınmış tarikat şeyhleri Osmanlı ilmiye sınıfının devlet teşkilâtında ve toplumsal yapısında çok etkili üyeleriydi. Devirler boyunca sultanlar, onları yetiştiren hocalarından sonsuz ölçüde danışmanlık aldı.

İlmiye sınıfından olmak başlı başına bir ayrıcalıktı ve bu ayrıcalıklardan bu sınıfa mensup olan ulamanın aileleri de fazlasıyla yararlanmaktaydı. Ulemanın toplumda kazanmış olduğu yüksek saygı belki de bu durumun belirleyicisiydi. İlk defa 2. Murat tarafından ilmiye aileleri ve aristokrasisini oluşturmak için Molla Fenârî ailesine ciddi ayrıcalıklar tanınmıştı. Molla Fenârî oğulları ve torunları müderrisliğe 40 akçe ile tayin edilirlerdi. Daha sonra bu ayrıcalıkların kapsamı genişletilerek diğer ilmiye ailelerine de verilmişti. Ancak sırf âlim çocuğu (mevâlîzâde) olduğu için ayrıcalık tanınması belki de fazla yetenekleri olmayan bir gencin haksız yere maaş almasına neden olmuş ya da insanları çalışmadan alınan maaşlarla tembelliğe itmiş, kurumu bitişe götüren etmenler arasında yer almıştır.

Değişik dönemlerde en güçlü devirlerini yaşayan yirmi civarında aile belli başlı ilmiye makamlarını kolayca elde etmiş, ayrıca ilmiye aileleri arasındaki evlilikler ailelerin güç ve nüfuzunu bir kat daha arttırmıştı. Bu ağın dışından mesleğe girmek isteyen kimselerin önünde aşılması gereken büyük engeller bulunmaktaydı. Bu aileler arasında Çandarlılar, Fenârîzâdeler, Çivizâdeler, Ebüssuûdzâdeler, Müeyyedzâdeler, Taşköprülüzâdeler, Bostanzâdeler, Hoca Sâdeddinzâdeler, Kınalızâdeler, Zekeriyyâzâdeler, Paşmakçızâdeler, Dürrîzâdeler, Arabzâdeler, Feyzullahzâdeler, Ebûishakzâdeler, İvazpaşazâdeler’i sayabiliriz ki bazıları devletin yıkılışına kadar aktifti.

Bugünlerde Boğaziçi kıyılarında ancak çay, kahve içerek denizi seyre dalabilme kudretinde olan akademisyenlerimize tatlı ama dilde acı bırakacak bilgi vererek konuyu toplayayım. Mesela 19. yüzyılda Boğaziçi’nde hükümdar ve onların yakını olan kişiler kadar dikkate değer binalar yaptıranlar arasında ilmiye sınıfından kişiler vardı ve bu bize bu sınıfın mensuplarının manevi üstünlüklerinin yanı sıra maddi üstünlüklerini de gösterir. Abdülmecid dönemi kazaskerlerinden Ömer Ağazade Tevfik Bey’in Neşetabad Sarayının üst kısmında muhteşem bir yalısı vardı, 2. Abdülhamit döneminde Kamil Paşa’nın elinde bulunan Bebek’teki yalı eski kazaskerlerden İmam Zade’nindi, Ali Paşa Yalısı diye bilinen yalı eski Şeyhülislamlardan Dürri Zade’nindi, Baltalimanı’nda Halim Paşa Yalısı ise eski Şeyhülislamlardan Sadeddin Efendi’nin yalısıydı1.

Olamaz tabi bu devirde bu yazdıklarım ama bir de olsaydı, bir de olaydı, ne güzel olurdu diyesi geliyor insanın… Hüzünlü bir akademisyen olarak…

1 Lütfi tarihi, Cilt 8, S. 190.