Yöneticilik ve idarecilik farkı: Tecrübelerimden aktarımlar...

Emre ALKİN Köşe Yazısı
4 Mart 2020 Çarşamba

Geçenlerde bir hesap yaptım: Tam olarak 33 yıl olmuş iş hayatına gireli. İlk olarak tatil köylerinden tenis hocası olarak başladım. Bahsettiğim zamanlar 1980’lerin ikinci yarısı. 

Türkiye’de pek az ailenin ‘yazlık ev’ diye tanımlanan lükse sahip olduğu bir dönemde, bizim gibi gençler tatillerini hem eğlenerek hem de çalışarak geçirirlerdi. Bu durumu şimdiki Y ve Z nesline anlatırken zorluk çekiyorum. Çünkü, biz onların arzu ettikleri ne varsa vermeye çalışıyoruz. Belki de biz onların yaşındayken arzu ettiklerimize ulaşmak için çalıştık diye.

Yine de dönüp baktığımda, cep telefonlarının daha icat edilmemiş olduğu ve ebeveynlerle haftada bir kere telefonla görüşülen zamanlardaki tecrübelerimizin, bizleri bugünün ‘dayanıklı’ yöneticileri olarak yetiştirmiş olduğunu düşünüyorum. Hele ki ilk iş deneyimin Türk değil bir Fransız şirketine ait tesis olunca, söz konusu tecrübeler biraz daha farklı oluyor. 

Başıma neler gelmedi ki? Birim amiri Fransız büyük bir kaza geçirince ekip içinde benden başka inisiyatif alan olmadığı için, tüm organizasyonun üzerime kaldığını hatırlıyorum. Bu cesur çıkışımı alkışlayan Fransız genel müdürün bir hafta sonra kulağıma eğilip “Seni tebrik ediyorum ama uyarıyorum da; burada müşteriler için varız, egolarımız için değil” dediğini de dün gibi hatırlıyorum. Sadece 19 yaşındaydım ve ilk dersimi böylece almıştım. Baskı altındayken inisiyatif almak kolay değil ama bu gücü kendinde bulanın da başının dönmemesi gerekiyor. 

Doğrudur, baskı altındayken doğru kararı verebilmek kolay değil. Bunu başarmak için birden fazla olumsuzluk yaşamış olmanız da önemli değil. Çünkü sürekli olumsuzluk yaşıyorsanız, bir yerde hata yapıyorsunuz demektir.

Zor zamanlarda karar almak ve alınan kararların sağlıklı olmasını sağlamak için en başta çok iyi bir eğitimden geçmiş olmak gerekir. Bu eğitim disiplinler arası olmalı ve mutlaka deneyler ile gözlemlere dayanmalı. 

Tarihte gerçekten ‘büyük lider’ olarak anılan Büyük İskender, Atilla, Fatih Sultan Mehmet gibi insanlar hakkında “Hiç kitap okumazdı, bilim ve sanatla alakası yoktu” gibi bir tanımlama duyulmamıştır. Öyle ya da böyle iyi yöneticiler ya eğitim hayatlarında ya da sonradan disiplinler arası kabiliyetlerini geliştirmişlerdir. Bir liderin ya da yöneticinin her şeyi bilmesine gerek yok. Bir orkestra şefi her müzik enstrümanını çalamaz ama bir sevk ve idareyi başarabilir.  

Diğer taraftan, yöneticilik ile idarecilik arasında ciddi bir fark var. Rastlantı değil, idareci adı üstünde ‘idare’ eder. Yönetici ise ‘yönetir’. Eğer yönetici ‘idare’ etmeye, idareci de ‘yönetmeye’ kalkarsa işler karışır. Evde de, işte de bir idareci, bir de yönetici vardır. Gerçek değişmez. 

Yöneticinin üzerine düşen ‘yönetme’ vazifesini yerine getirmesi için hem eğitim hem de tecrübe açısından donanımlı olması bir yana, bir de ‘tutarlı ve kararlı’ olması gerekir. Aynı konuda bir karar diğerine göre farlılıklar gösteriyorsa, orada sıkıntı var demektir. Demek ki yönetici, odasından son çıkan kişinin fikriyle hareket ediyordur. Böyle kişileri, siyasetten spora, akademiden firmalara kadar birçok yerde gördüm. 

Diğer taraftan idarecinin de vazifesi az değildir. Yöneticinin aldığı kararı her türlü baskıya rağmen, eğilip bükülmeden değiştirmeden uygulaması gerekir. Aksi taktirde sistem çalışmaz. Çok vasıflı olmasına gerek yoktur, olsa daha iyidir ama, mutlaka ahlaklı olması gerekir. Yöneticinin aldığı kararlarla ilgili fikrini söylemesi hatta bazen de uyarması gerekir. 

Çalıştığım kurumlarda yaşadıklarımla deneyim kazandım diyebilirim. Bazen de geriye dönüp benden öncekilerin yaptıkları hataları araştırırım. Birbirine benzeyen hataların yanı sıra, milyonda bir yapılacak hatalar da görmüşümdür. Bunları ciddiyetle inceleyip eledikten sonra bir ‘olasılık hesabı’ yaparım. Buna göre bir karar verme yaklaşımı yaratırım. 

Temel olarak ahlakı aldıktan sonra, yapılan her işte ‘hesap verebilirlik’ çok önemlidir. Bunu ilk sıraya koyarım. Hem sizden öncekilere hem de sizden sonrakilere de hesap verebilmek önemlidir. Daha öncekilerin yaptıklarını neden değiştirdiğinizi ya da neden olduğu gibi bıraktığınızı anlatabilmeniz gerekir.

Yapılan işin toplumun faydasına olup olmadığına bakmak da önemlidir. Sadece bir kişiye ya da zümreye faydası olan işten hayır gelmez. Başkasının yaptığı iyi bir işi bozmak için yapılan işten de hayır gelmez. Başkasının yaptığından daha iyisini yapmak en doğrusudur. Nice holdingler gördüm, odak alanında olmasa dahi rakip holdingin üstün olduğu bir işi bozmak için şirketler kurdular. Sonu hep kötü bitti. 

“Çalışanlar mutsuz ama patron mutlu diyemeyiz..”

Bir de yöneticinin veya idarecinin, hatta her ikisinin de şunu bilmesi lazımdır. “Patron mutlu” sözü hiçbir şey ifade etmez. Ekonomik ya da sosyal fayda sağlamayan kurumların ayakta kalması mümkün değildir. Kurulan şirketlerin kârını belki patron almaktadır ama dünya üzerinde kurulmuş hiçbir müessese kimsenin babasının malı değildir. Bir genel müdür bazen şirketi patrondan da korumak zorundadır. Çünkü çalışan kişilerin ekmeğinden millet adına birebir sorumludur. Bazen de Patron’un yapacağı hatalardan yine Patron’u korumak için müdahil olmak zorundadır. Aslında kurumda çalışan herkes kuruma sahip çıktıkça kurum ölümsüzleşir.

Tepe yöneticisi olduğum birçok kurumda başkanlar ve yönetim kurulu üyeleri ile tartışmalarım olmuştur. Yönetim kurulu üyesi olduğum şirketlerde de icradan sorumlu kişilerin anlamsız ısrarlarına karşı ayarı kaçırmadan mücadele etmeyi kendime ilke edinmişimdir. Yıllar içinde kendilerinin bozdukları işlerin veya göz yumdukları yanlışların başkaları tarafından kısa zamanda düzeltilmesini isteyenleri çoğu zaman tatlı sert şekilde uyarmışımdır. Bugün de aynı şekilde devam ediyorum. Zaman, mekan ve tedarik sıkıntılarına rağmen sakin olunduğu zaman başarılı hamleler yapılabilir. Ancak tüm kısıtların üzerine bir de personele baskı yapılırsa, vahim hatalar peşi sıra gelir.   

Bir keresinde 4-5 gün içinde tamamlanması gereken bir iş için yapılan harcamalarla ilgili evrakların peşine düşmüştüm. Çalışmaları yapan ekipten arkadaşları çağırdım ve harcamaların evraklarını acilen tamamlamalarını söyledim. Tabii ki, ekibin liderliğini yapan yönetim kurulu üyesine beni şikayet ettiler. Bunu bekliyordum. Akşam saatlerinde odama gelen Yönetim Kurulu Üyesi “Neden arkadaşları sıkıştırıyorsun, kaç gündür çalışıyoruz, zaten Yönetim Kurulu Başkanı’nın onayı var, ne evrakıymış bu?” diye serzenişte bulundu. 

Tabii, yaş ilerledikçe söylenen sözlerin hangi şartlar altında söylendiğine dikkat ediyorsunuz. Karşımdaki insan benden yaşça büyük ve bir haftadır şantiye ortamında yaşayarak streslenmiş bir insandı. Bu sebeple sözlerini üzerime alınmadan “Yaptığınız her şeye sonsuz teşekkürler, siz ve arkadaşlar görevinizi yaptınız, şimdi de sıra bende, bu kurumun derli toplu çalışması ve geçmişten geleceğe hesap verebilmesi için harcamaların usulüne uygun yapılmasını sağlamam gerekiyor” dedim. Yorgunluğu dolayısıyla öfkesi yatışmadı ama mantıklı bir söz sarf ettiğimi anlamış olacak ki, yüzünde tatmin olmayan bir ifadeyle odadan çıktı. Başkalarından takdir almak iyidir ama sadece bunun için çalışıyorsak, kendimizi sorgulamamız gerekir. 

 “İyi bir yönetici, sıradan insanları sıra dışı şeyler yapar hale getirir” demiş Peter Drucker. Büyük başarılar işte böyle elde edilir. Dünyanın en iyi futbolcularıyla dünya şampiyonu olmaktan daha makbulu hevesli ve ahlaklı futbolcuları takım ruhuyla bir araya getirip, ahenk içinde çalışmalarını sağlayarak dünya şampiyonu olmaktır. Bu da ancak doğru idareciler ve yöneticilerle yapılabilir.

Bundan başka; tereddütlü olmak ile karar için zamanı doğru kullanmak arasında büyük bir fark vardır. “En kötü karar, kararsızlıktan iyidir” derler ama ben inanmam. En kötü karar adı üzerinde “en kötü karardır”. Yönetici ve idareci arasındaki doğru diyalog kararın doğru çıkmasını sağlar. Teknolojinin son olanaklarını kullanan, doğru insan kaynağıyla çalışan, eğitim ve tecrübeye inanan firmalarda kötü karar fazla çıkmaz. 

Son olarak; önünde sonunda kimsenin hoşnut olmayacağı bir karar alınacaksa, ‘doğru’ kararı almakta fayda var. Aksi taktirde ‘popüler’ olmak için verilmiş bir karar bizi herkesin gözünde ‘antipatik’ bir hale getirebiliyor.  

‘Yönettiğini’ ve çok başarılı olduğunu sanan birçok popüler kişi, bugün ‘erken emekli’ olarak hayatına devam etmektedir. Kalabalıklar içinde yalnızdırlar. Böylesine çok rastladım. Hâlâ rastladığım yerde durduklarına eminim.