Dünya zincirlerinden boşalmışçasına yokuş aşağı gidiyor adeta. İnsanın doğaya müdahalesi o denli büyük boyutlara ulaştı ki, bunu mevsim değişiklikleri ile izah etmeye çalışmak, gerçeği geçiştirmenin, konunun önemini ıskalamanın yolunu açıyor.
Denizlerin durumu, toprağın bereketini yitirmeye başlaması, ormanların vahşi alevlere teslim olmaları, 2020 dünya düzeninin toprak altındaki her ne varsa onu sömürmek için elinden geleni ardına koymaması, solunan havanın içerdiği sakıncalı maddeler vs vs…
Toplumların bağrından çıkan çevre bilinci ile bunu sokaktaki insana anlatmak hiç de kolay değil. Kendisini doğrudan etkilemeyen şeylere duyarlı olmayan bizler, en sonunda, tehlikeyi ensemizde hissetmeye neden olacak bir musibetle karşılaştık. Korona virüsü, her ne kadar ülkemizi şu anda etkilememiş gibi gözükse de, çok yakınımızdaki coğrafyalarda hatırı sayılır problemler yaşatmakta, insanlar özgürlüklerinden vaz geçercesine kendilerini kısıtlama durumunda kalmaktadırlar.
Görülmeyen, ancak etkisi altına aldığı toplumların siyasi, ekonomik dengelerini bozan nükleer sızıntılar, zehirlenmeler, salgın hastalıklar, toplum önderlerinin önemsemeleri gereken olaylardır, hiç şüphesiz. Oysa, en basit bölgesel sorunları dahi çözmekten uzak siyasi otoritelerin böylesi yıkımlarda nasıl davranacakları koca bir soru işareti. Dünyadaki güç savaşları, insanı bekleyen felaketleri bertaraf edecek ortamı yok ediyor adeta!
Akla başka senaryolar da gelmiyor değil. Olası felaketler sonrasında ötekileştirmenin karakter değiştirmesini beklemek gerçekçi olur mu? Yoksa bunu akla getirilmemesi gereken bir komplo teorisi olarak mı sınıflandırmak gerekir? Örneğin, yangın veya depremden kaçanların siyasi sınırları zorladıklarını; virüsten ya da radyoaktiviteden etkilenmemişlerin, etkilenmişlere uygulayacağı tecridin – ki günümüzdeki önlemler bunun basit provalarını oluşturuyor sanki – önce amacı ve hemen sonrasında, şiddetini düşünmek nasıl olur acaba?
Günümüzde çözümü olan ancak güç savaşları bağlamında çözümsüzlüğe mahkûm edilen mülteci sorunu, böylesi senaryolarda nasıl bir tablo koyar önümüze? Toplumların hassasiyetleri din, etnik ve ulusal kimlik ekseninden kopup yeni yönelmelere doğru mu yol alır? Yoksa her şey şu anda dizayn edilmiş şekli ile mi devam eder? Kısaca, bir tür ‘aşağıdakiler – yukarıdakiler’ durumu oluşur da insanlık, daha önce deneyimlemediği ve dolayısı ile yönetemeyebileceği bir yola doğru savrulur mu?
Bunları bana düşündüren, bugün İtalyan bir dostumla olan yazışmam oldu: “Böyle bir durumu yaşayabileceğimizi tahmin bile edemiyordum. İş yerimiz ‘kırmızı alanda’… Bizlerin evden dışarı çıkmamıza izin verilmiyor. Karantinanın ne kadar süre ile devam edeceği ise belli değil!” şeklindeki, sıkıntılı ve bir o kadar çaresiz sözleri, itiraf etmem gerekir ki, beni derinden rahatsız etti.
Bugünkü siyasi çekişmelerin ortasında, toplumların bir oraya bir buraya savrulmalarına neden olan iktidar sahiplerinin, böylesi felaketler karşısında ‘dümeni doğru tutmada’ ne kadar başarılı olacakları da, ayrıca tedirgin olunması gereken bir konu gibi duruyor. Benzer şekilde, tehlike karşısında ne kadar şeffaf olacakları, konunun uzmanlarının uyarılarını ne kadar dikkate alacakları da önemli, elbette ki…
Bizden sonraki nesilleri bekleyen dünya hakkında yazılan romanların, çevrilen filmlerin sayısı hiç de az değil… Komplo teorilerine teslim olmadan, yarınları borçlu olduklarımızı da düşünerek, haddimizi bilelim, birbirimizi kollayalım… Benliğimizi hırs ve kibirden uzak tutalım. Yaşanan her şeyden bir ders çıkartalım ki, tarih bugünleri yazarken, onlara cömert davransın…