On iki yaşındaydım. Yıllarca bizi yeşil Plymouth’uyla okula getirip götüren, toprağı bol olsun, Şerif Amca sekiz-dokuz kızın sıkış sıkış oturduğu dolmuş tipi servis arabasında yaptığımız gürültü ve şamataya altı yıl boyunca dayandı. Güleç ve sevimliydi. Sabrı nadiren taştığında “Seneye sizi götürmeyeceğim” derdi. Bir gün, okul dönüşü trafik hafifleyince bir arkadaşımızı eve bırakma sırası geldiğini zannederek kapıyı açtım. Meğerse araba yavaş da olsa gitmeye devam ediyordu. Sonuç, sırtüstü asfalta düştüm. Çocukluk işte, ayağa kalkıp yürüyebildiğimi fark edince, yüreği ağzına gelen şoförü sakinleştirip tekrar arabaya bindim. Olanları unuttuk gitti.
Gel zaman git zaman, oturup kalktığımda sancılar başladı. Birkaç doktorun görüşü alındıktan sonra ileride bir araz kalmaması için kültür-fizik hareketleri yaptıracak bir uzmana gitmem ve sert yatakta yatmam önerildi. O dönemde şilteler pamuk veya yün olduğundan yumuşacıktılar. Hemen marangoza yatak boyunda tahtalar ısmarlandı ve şiltenin altına yerleştirildi. O günden sonra bir daha yumuşak şiltede rahat edemedim. Kültür-fiziğe gelince, AR-GE’leri her zamandan kuvvetli olan ebeveynlerim, Tepebaşı’nda bir pasajın üst katında Stevenson isimli İsveçli bir bayanın bu işin piri olduğunu öğrendi. Son derece disiplinli olan Stevenson, birlikte çalıştığımız diğer üç kızın da bir an olsun kaytarmamıza izin vermedi. Ne kadar süreyle oraya gittiğimi hatırlamıyorum. Ama kızlarla ara sıra jimnastik çıkışı, pasajın altındaki pastaneye girip, milföy ısmarladığımızı ve o arada Bayan Stevenson’un camdan başparmağını salladığını dün gibi hatırlıyorum.
***
Koronalı günlerde eve kapandığımızda, hem vakit geçirmek, hem de vücut sağlığımızı korumak için televizyonda veya çeşitli videolarda gösterilen spor programlarında, olduğumuz yerden benzerlerini tekrarlamaya çalışırken, Bayan Stevenson’un öğrettiği hareketleri yapmaya başladığımı hayretle fark ettim. Beyin böyle bir mekanizma…
***
Sokağa çıkmak, açık havada yürümek, hayatımın önemli bir bölümünü kapsıyordu. Rastladığım kişilere de “Tanrı bizi sokaklardan eksik etmesin” derdim. Meğer ne büyük bir temenniymiş…
***
On beş gündür evdeyiz. Her ne kadar cep telefonlarımızın sol üst köşesinde, “Evde hayat var” diye yazıyorsa da bazen yarı belime kadar pencereden dışarı sarkıp temiz havayı solumak iyi geliyor. Günler geçtikçe, özellikle hanımlar için daha önemli olan saçlar, başlar ‘hak getire’ bir şekil alıyor. Bir sürü gereksiz eşyayı saklamama karşın, “Elektrikli bigudilerimi niye birilerine verdim?” diye hayıflanıyorum.
***
‘Koronaya’ yani korona paranoyasından sıyrılmam kolay olmadı. Daha gerçekçi düşünüp, ayaklarımı yere basmamı sağlayan iki kişiye minnettarım; Rav Mendy Chitrik ve daha ziyade ‘Moiz’ olarak tanıdığımız Jojo Eskenazi Gözcü…
Facebook’ta izlediğim Rav Chitrik’in, güler yüzlü bir ifadeyle günün belirli saatlerinde, her kesimden insanı konuk edip, yararlı vakit geçirmemizi sağladığı, her gün için farklı bir program oluşturarak, içeriğiyle moral destek verip, olumlu düşünmemize yol açtığı için Hazak Baruh.
Jojo Eskenazi Gözcü, toplumumuza renk getiren, mutluluk katan kişiliğiyle, yine Facebook’ta kendi yaşantısından parodilerle, puslu havamızı bir anda yok etti. Hayatımızı güzelleştirecek bir sisteme geçmemiz gerektiğini söyleyen Moiz, “Yaşamın en güzel yanı gülmektir” diye vurguluyor.
Hepimize sağlıklı günler diliyorum.