“2525 yılında”

Dalia MAYA Köşe Yazısı
8 Nisan 2020 Çarşamba

Yıl 1969. Apollo 11 aya inmiş. İnsanlık yeni bir dönemin kapısını açmış. Teknoloji gelişmekte. Her şey çok güzel. Çok heyecan verici. Ancak tüm bu heyecan verici gelişmeler insanlığı nereye götürecek? Elbet alışılmışın dışına çıkmak ve teknolojinin bilinmeyene taşıyan cazibe merkezi merdivenlerini tırmanmak bir yandan da korkutucu. Zager ve Evans bu korkularını dile getirdikleri bir şarkı yazıyorlar: ‘In the Year 2525 / 2525 Yılında.’

Gelin kulak verelim:

“2525 yılında, adam hâlâ hayataysa ve kadın da yaşamı sürdürebiliyorsa, fark edecekler. 
3535 yılında kimsenin gerçeği söylemesine ya da yalan söylemesine gerek olmayacak. Çünkü düşündüğün, yaptığın ve söylediğin her şey bugün içtiğin hapta. 
4545 yılında dişlerine ihtiyacın olmayacak, çünkü çiğneyecek bir şey bulamayacaksın, kimse sana bakmayacak.

5555 yılında kolların vücudunun yanında, bacaklarının yapacak işi olamayacak, bazı makineler bunu senin için yapacak...”

Henüz o kadar geleceğe gitmedik. Gerçeklik hâlâ beynimizle duymak, algılamak,  bilmek, sorgulamak istediğimiz bir şey. Ancak gerçek ne? Bilgiler akın akın doluşuyorlar ekranlarımızdan, telefonlarımızdan, tabletlerimizden üzerimize doğru ... Hangisi doğru, hangisi yanlış? Bilmiyoruz. Bilemiyoruz. Bilim, akıl, bilgelik önceliğimiz. Oysa bilim insanları birbirinin tam zıddı ‘gerçekleri’ dile getirebiliyor. Üstelik sadece işin içinden çıkamadığımız tezat bilgiler değil sorun, bir de bu dönemin ‘fake truth’ diye isimlendirilen bir olayı var. Fake truth yani suni gerçeklik. Televizyonda bildiğiniz bir şahsiyetin, bir devlet adamının herhangi bir konuda konuşmasını izliyorsunuz diyelim. Mimikleri, vurguları... tamamen kendisi. Ancak şöyle bir sorun var. Siz bilmiyorsunuz. Ama o şahsiyet, kendisi, bu konuşmayı yapmıyor. Bir takım güçler, makineler üzerinden sanal ortamda o kişiye ait bu görüntü ve sesleri yaratmış. Etki - tepki mekanizması o kadar hızlı ki, o kişi bunu yalanlamaya yetişmeden savaşlar dahi çıkabilir. Bu tabi abartılı bir örnek ama bugünün teknolojisi ile imkansız değil. Öte yandan günümüzün çoğu; daha şimdiden suni gerçekliklere karşı duygusal tepkiler vermekle geçiyor. Reklamlar mesela gündelik yaşamımızda birer suni gerçeklik yaratıyor. Hani diyoruz ya, biz gördüğümüze duyduğumuza inanırız diye. Bu suni gerçekliğin hızlanması gördüklerimize de inanmamamızı gerektirecek. Hoş insan kendini bildi bileli gördüklerini hep kendi bireysel deneyim ve algı filtrelerinden geçirip yorumlayarak içselleştirdiği için aslında gerçekliklerimiz zaten çoğu zaman birer yorumdan öte değil. 

Şarkıya geri dönersek, şu ‘gerçeği hap olarak yutma’ konusu düşündürdü beni. Çünkü bizler geçmişin deneyimlerini geleceğe yönlendirip yarını korku ile bekleyenlerden değilsek, yaşadığımız anın tek ve mutlak gerçeklik olduğunu bilenlerdensek... Zaten gerçeğin sadece ve sadece aldığımız nefeste olduğunu biliyoruz. Bu bağlamda aldığımız her nefesimiz bir gerçeklik hapıdeğilse, nedir?

5555 yılı da düşündürücü... Çünkü kollarımız bedenlerimizin yanında sarkacak ve bacaklarımız işlevsiz kalacak... Şimdi hepimiz COVID-19 yüzünden evlerimizde kapalı kalmışken, şehirlerimizde yürüyüş yapmamız yasaklanmışken, bunun bir küçük denemesini mi yapıyoruz yoksa? 5555 yılına ışınlanmış gibi hissetmediniz mi siz de? Bacaklarımız işe yaramayacaksa, 10.000 yılında kısacık bacaklı koca kafalı (ama lütfen, lütfen koskoca yürekli) yeni bir insan şekline doğru mu evriliyoruz yoksa? Gözümün önünde komik tiplemeler canlanıyor. 

Hayal gücü... Şimdi evde otururken geleceği düşünmek hayal gücümüzü çalıştırır. Tıpkı çocukların birbirlerine pencere camlarından dahi olsa ulaşsınlar diye yaratılmış bu projesinde olduğu gibi: Umudu çağrıştıran gökkuşağı resimleri yapıp yapıştırıyorlar camlarına, “Burada da geleceği hayal eden, umut dolu bir çocuk var.”

Bu hafta Yahudi dünyası Pesah Bayramı’nı kutluyoruz, ilk defa büyük aileler bir araya gelmeden.. Her birimiz kendi köşemizde...  Mısır’da kölelikten çıkışın anısına. Pesah’ın kelime anlamı atlamak, geçmek demekmiş. Yahudiler Mısır’da kölelikten çıktıktan sonra çölde 40 yıl geçirdiler. Çünkü kölelik algısından çıkıp özgür bir toplum yaratabilmek için tamamen özgür ortamda doğup yetişmiş yeni bir neslin yetişmesine ihtiyaç vardı. Atlayışı gerçekleştirecek yeni bir varoluş algısı gerekliydi. 

Şimdi de bizler, yeni bir atlayışın önündeki ara nesiliz sanki. 

Onlar özgür olma halinin ne getireceğini bilmiyor ve sürekli şikâyet ediyorlardı. Biz şimdi nasıl yemek bulacağız, Mısır’dan neden çıkarttın bizi?

Şimdi  biz de, atlamakta olduğumuz geleceğin ne olduğunu bilmiyoruz. Oysa geleceği yuttuğumuz gerçeklik hapı olan o aldığımız her nefeste bugün yaratıyoruz. Şu an bacaklarımız pek işe yaramasa da, ve her ne kadar hayatdurmuş gözüküyorsa da, aslında akıyor. Dışarıda değil. İçimizde akıyor. Aldığımız her nefeste hayatı benliğimizde gerçekleştiriyoruz. Hayal gücümüz, yaratıcılığımız denli renklendiriyoruz, lezzetlendiriyoruz yaşamlarımızı. 

Şarkının klibinin finali bizim de mesajımız olsun: “Neyi yaşayacağın, sadece senin seçimine bağlı.”

 

Meraklısına not: ‘In the Year 2525 / 2525 Yılında’ şarkısına bu linkten ulaşabilirsiniz.  https://youtu.be/yesyhQkYrQM