Saatler bir saat ileriye ayarlandığından bu yana İskandinavya’da günlerin uzadığı güçlü bir biçimde hissediliyor. Avrupa kış ve yaz saati uygulamasını sürdürüyor. Yaz dönümünün yaşanacağı 21 Haziran’a dek günler, beyaz gecelere doğru hızla uzayacak. Şu sıra olur da perdeleri iyi örtmezsen, güneşin seni 6’ya çeyrek kala uyandırması mümkün.
İsveç’in en büyük adasının başkenti Visby, büyük bir kasaba gibi daha çok. Evden çıkmanla kliniğe varman arasında geçen süre kısa. Yürürsen saatin bir çeyreğini almıyor. Nisan başı bir gece hafif kar yağmışta da, yolu beyazlatan karın üzerinde bisikletle çizgi bırakmıştın.
Her günün klinikte bir sabah toplantısıyla başlıyor. O da bir çeyrek saat sürüyor. Duvardaki panolardan biri pandemiye ayrılmış durumda. E-posta kanalıyla gelen mesajların içeriği bir de sabah toplantılarında konuşuluyor. Hijyen kuralları, koruyucu ekipmanları nasıl giyip, nasıl çıkartacağın, şüpheli hastaların nasıl muayene edilecekleri, testlerinin nasıl alınacağı üzerine konuşmalar, detayların tartışılması bitmeyecek gibi geliyor. Bu hemen her konuda böyle. Günler bazen ‘az iş, çok laf’ile geçiyormuş gibi geliyor.
Bir an dalıyor, pencereden sabah güneşinin bahar tomurcuklarını aydınlatmasını izliyorsun. Çocuklar okullarına varmak üzere bisikletleriyle geçiyor ada yolundan. İsveç’te ilkokullar kapalı değil. Kılı kırk yararcasına konuşulan hijyen detaylarının arasında İsveç’in diğer ülkelere göre neden daha farklı davrandığını bir kez daha düşünüyorsun. Burada durum diğer ülkelere göre daha iyi değil; ama daha kötü de olduğu söylenemez.
Hafta içini hasta bakarak, küçük toplantılara katılarak, öğle arası bahçeyi izleyerek geçiyorsun. COVID-19 şüpheli hastalarla telefonda görüşüyorsun; kimisini özel enfeksiyon odasında muayene ediyorsun. Hastalığın kendisi kadar, hastalığın yarattığı kaygılar dört bir yanda. Soruları Akdeniz sıcakkanlılığıyla değil, İskandinavya’nın soğuğundan ilham alan, güvenebileceğin bilimsel kaynaklara dayanarak yanıtlamaya çalışıyorsun. Netlik kazanmamış, spekülatif konular karşısında bilmediklerini netlikle ifade ediyorsun. Karanlık, fırtınalı bir panik denizinde, bilimin ışığının daha çok fener olmasını istiyorsun.
Mesai sonrası ve nöbetinin olmadığı tatil günlerinde kuzeyin bu küçük, izole bölgesinde yaşamın devam ettiğini görüyorsun. Marketlerde kasadan geçerken çalışanlarla aranda plastik bir bariyer var artık. Spor salonu kalabalık değil. Koşu bandını ve ağırlıkları temizliyor herkes. Antrenman salonunda kahve termosunun, havlunun yanında dezenfektan şişesi ve kağıt havluyla geziyorsun sen de. Meydandaki kafe dışarı masa ve iskemleleri yerleştirmiş, seramik bardakta servis çoktandır bitti ama. İçecekler karton bardakta. Müşterilerin bir metre kuralına göre sıraya girmemesi seni huylandırıyor. Çalışanların halini düşünüyorsun. Küçücük çarşıdan geçerken berber seni durduruyor, endişeli. Müşterilerinden biri İspanya’dan geldiğini tıraşın ortasında söylememiş. Hastalanmaktan, taşıyıcı olmaktan, bulaştırmaktan korkuyor. Nazikçe “evde kalmasını” önerdiğinde yüzünü ekşitiyor. Dükkânını işletmezse, geçimini nasıl sağlayacak? Devlet hastalandığı takdirde onun standardını, ortalama gelirini koruyacak kadar para ödemiyor.
Fırsatını bulduğunda adanın kuzeyindeki bir diğer adaya, Fårö’ye geçiyorsun. Yetkililerin sözünü dinleyen her on İsveçliden dokuzu adaya gelmedi bu Paskalya dönemi. Bu adada 400 kişi yaşıyor. Ünlü İsveçli film yönetmeni Ingmar Bergmanda adanın sakinlerindendi. Günbatımını denize karşı heybetli kayalıklarla birlikte fotoğraflıyorsun. Sevdiklerine moral verebilmek üzere, moralini yüksek tutmak istiyorsun. Bir yıl önce Gotland’a yerleşmeyi kararlaştırdığında, bu adanın sana her anlamda sığınak olacağını bilmiyordun. Karışık duygular arasında biraz daha dinginlik arıyorsun.