“Bize çip takacaklarmış” içerikli videoların sosyal medyada tekrar ve tekrar döndüğü günleri yaşıyoruz. “Virüs insan yapımı, üstelik 5G ile yayılıyor” senaryolarına “çip takacaklar” durumu da eklendi. Virüsün insan yapımı olmadığı sayısız kez bilim çevrelerince açıklandı.
“Bize çip takacaklarmış” içerikli videoların sosyal medyada tekrar ve tekrar döndüğü günleri yaşıyoruz. “Virüs insan yapımı, üstelik 5G ile yayılıyor” senaryolarına “çip takacaklar” durumu da eklendi. Virüsün insan yapımı olmadığı sayısız kez bilim çevrelerince açıklandı. Konunun 5G ile uzaktan yakından bir alakası yok. Çip meselesi yeni bir konu olmadığı gibi telefon nasıl hayatımıza pek çok kolaylık getirdiyse çiplenmek de öyle kolaylıklar getirecektir.
Genel olarak teknolojinin insanı insan olmaktan çıkardığı, insan ilişkilerini o eski doğal halinden uzaklaştırdığına dair şikâyetler, sözü edilen teknoloji ürünü ve beraberinde kullanılan insan, doğa, doğal, yapay, ilişki gibi kavramlar üzerine düşünülmemiş olmasından kaynaklanıyor kanımca. Gerçek olmayan yapay unsurlar insanlık tarihini başlatan şeylerdir. (Bu konuda şu yazıma bakılabilir: https://www.salom.com.tr/koseyazisi-113247-dogal_elma_yapay_makine.html)
Telefon 1876’da icat edildi. 144 yıldır telefon görüşmelerinde karşı tarafa ait duyduğumuz ses kişinin gerçek sesinin bir tür simüle edilerek bize ulaştırılmış yapay biçimidir, yani İzmir’deki halamız seslendiğinde İstanbul’da bulunan kulaklarımız bu sesi duymuyor. Televizyonun evlerimize girdiği günden beri gördüğümüz görüntüler gerçek görüntünün simüle edilerek bize aktarılmasından ibaret. Gözlerimiz ve kulaklarımız uzunca zamandır yapay unsurların içinde (Büyüteç, dürbün gibi aletleri işin içine katarsak meseleyi daha da eskiye götürebiliriz). Teknolojinin insan ilişkilerini bozmak bir yana, geliştirip genişlettiğini kabul etmemiz gerekir.
Çip denilen şeyin bugün yalnızca (ki dediğim gibi yeni duyan insanlarda korkuya neden olsa da biyoteknoloji çalışmaları oldukça eskiye dayanır) elin iç dokusuna yerleştirilen, banka ve ulaşım kartları, telefona ait bazı özellikler ve anahtar görevi gibi basit işleri yapabildiğini biliyoruz. Biyoteknolojide 2030 yılları itibarıyla hedeflenen şey ise nano ölçekli minik bilgisayarların kan aracılığıyla insan vücuduna yerleştirilmesidir. Bu bir anlamda dışardan tomografi, ultrason benzeri araçlarla kontrol edilen insan bedeninin artık içeriden kontrol edilmesine, dahası hastalıkların başlamadan engellenmesine yönelik bir projedir. Elbette biyoteknolojiye dair çalışmalar yalnızca insan sağlığını düzenlemeye, insan ömrünü uzatmaya, hatta gençleştirmeye dönük değildir. Sanal gerçeklik teknolojilerinin de bambaşka bir dünya sunabilmesi nanobot teknolojileri aracılığıyla olanaklı hale gelecektir; İzmir’deki halamızla zihnimizin içinden sohbet etmek, sarılmak, koklamak gibi olanaklardan bahsediliyor.
“Ama çiple bizi kontrol edeceklermiş” denildiğinde genel cevabım kabaca şöyle; doğduğumuz günden beri bir kontrol ağının içindeyiz; kültür, gelenek, din, dil… Bunların tamamı birer kültürel kod ve bizi var eden ve kontrol eden şeyler, “Zaten özgürdük de çip gelip bizi kontrol edecek” gibi bir düşünce oldukça naif.
Kontrol eden, kodlayan, yönlendiren ne hikmetse hep ötekiler ve genelde dış güçler; ben ya da biz değiliz. Karantina günleri başladığından beri başta Whatsapp olmak üzere Twitter ve diğer mecralardan üzerimize aralıksız yağan “Şu kitabı okumalısın, şu filmi, diziyi izlemelisin,” bombardımanını biz yapınca sorun yok ama Google reklamları yapınca “Bizi yönetiyorlar!” Ne güzel bir dünya hakikaten! Eskiden “Yediğin içtiğin senin olsun, bize gördüklerini anlat,” denilirdi. Şimdi durum değişti, şehirler, müzeler, sanat galerileri, yani uzağımızda olan mekânları canlı yayın videoları ile zaten görüyor, sokak sokak izliyoruz. İnternet kullanan kişinin bilgiye çabucak ulaşabildiği bir dünyada herkesin bir ötekine tavsiye ettiği o kitaba, o filme zaten kendisinden önce kişinin ulaşmış olabileceği ya da kendince bir okuma, izleme planı zaten yapmış olabileceğini dikkate almaksızın kendini dayatan insanlara; “Yediğin, içtiğin, okuduğun, izlediğin senin olsun, beni yalnız bırak!” diyebilirim.
Antroposen çağından (insan merkezli çağ) çıkarken ‘ben’ değil, ‘biz’ kavrayışının öne çıkacağına dair görüş bildiren felsefeciler var. Otonom ve dolayısıyla özgür bir ‘ben’ yeryüzünde muhtemelen nadiren gerçekleşmiş bir durumdur. Kişinin kendini öncelemesi, pragmatik anlamda tüm dünyayı ve onda olan bitenleri kendinden başlayarak okuması ne felsefe ne de hukuk bağlamında ona özerkliğini veren şey değildir. Antroposen bir ön kabul olarak özgür bireyi esas almaktadır ve şimdi ‘biz’ çağına girildiği ifade edilmektedir. Elbette Antroposen ve Antroposen sonrası olarak The Post-Human(İnsan Sonrası) tartışmaları oldukça dikkate değerdir ve indirgemeci bir yaklaşımla bu meseleleri okumamak yerinde olacaktır. Fakat ‘ben’ ve ‘biz’ bağlamında gelecek yıllarda salgın hastalıklar, iklim krizi gibi koşullardan kaynaklı insanların ‘biz’ diyeceği zaman dilimleri olacaktır ama ötekinin –ki bu öteki yalnızca öteki insan değil, hayvanlar, ağaçlar, nehirler, robotlardır– özerkliğinin ve bundan kaynaklı onursal varlık oluşunun kabul edileceğini –en azından yakın bir gelecekte– düşünmüyorum. ‘Biz’, özerk varlıklardan oluşmuş bir birliktelikten ziyade hepimizin birbirine benzediği bir yığın olarak anlaşıldığı sürece gerçekleşmeyecek bir tasarımdır.
Son olarak; koronadan sonra dünya bambaşka bir yer olmayacak ve tahminim uzaylılar da yine gelmeyecek.