Avrupa güzel yerdir, yerdi yani öyle biliyorduk. Ataların, dedelerimizin hayallerini süsleyen Avrupalılık ideali 18. yüzyılın başından beri artık bir kültür, ekonomi, bilim ithaline, idealine dönüşmüştü.
Avrupa güzel yerdir, yerdi yani öyle biliyorduk. Ataların, dedelerimizin hayallerini süsleyen Avrupalılık ideali 18. yüzyılın başından beri artık bir kültür, ekonomi, bilim ithaline, idealine dönüşmüştü. Uzun ve ince bir yoldur Avrupalılık. Avrupa coğrafyasında 19. yüzyılın başından beri önce Almanya-Fransa Savaşı, I. Dünya Savaşı ve onun adeta rövanşı sayılabilecek II. Dünya Savaşı yaşandı. Savaşmaktan perişan düşen kıta en sonunda bazı Avrupalı lider ve düşünürlerin ön almasıyla barış adına ülkelerinin ekonomik ve siyasi yönlerden birleşmesine karar verdiler. Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, Milletler Cemiyeti eski Genel Sekreteri Jean Monnet'in tasarısına dayanılarak, 9 Mayıs 1950 tarihinde, Avrupa Devletlerini, kömür ve çelik üretiminde alınan kararları bağımsız ve uluslarüstü bir kuruma devretmeye davet etti. Yüzyılın başından beri üç kez savaşan Almanya ve Fransa, kurumun gözetiminde, ortak kömür ve çelik üretimini sağlayacak ve bu örgütlenmeyi tüm Avrupa devletlerinin katılımına açık tutacaktı. Dünya tarihinde ilk defa devletler kendi iradeleri ile egemenliklerinin bir kısmını ulusüstü bir kuruma devrediyordu. Ardından 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), 1958’de Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM), 1965’te Füzyon Antlaşması, Gümrük Birliği ve pek çok ortak uygulama geldi. Berlin Duvarının yıkılması ve Aralık 1991'de de Sovyetler Birliğinin çözülmesi Avrupa'nın siyasi yapısını baştan aşağı değiştirdi. Soğuk Savaş bitti. 1991'de Maastricht Antlaşması, diğer adıyla Avrupa Birliği Antlaşması,1993’te yürürlüğe girdi. Bu antlaşma ile 1999'a kadar parasal birlik, Avrupa vatandaşlığının oluşturulması ve ortak dış ve güvenlik ile adalet ve içişlerinde işbirliği politikalarının meydana getirilmesine karar verildi. Avrupa Birliği, dünyanın ikinci büyük demokrasisi olarak tüm dünyanın şu ya da bu nedenle memnuniyetsizlerinin cazibe merkezi haline geldi. 50 yıl önce birbirini boğazlayan Avrupa coğrafyası, bir ‘rüya ülkesi’ kıvamındaydı, COVID- 19’a kadar… Çok ama pek çok tercih edilen Avrupa ülkelerinin yine pek çoğunda kamu sağlığının kemer sıkma politikaları nedeniyle ciddi anlamda ihmal edildiğini; sağlığın hak değil de alınır satılır bir meta olarak pazarlandığı sağlık kapitalizmi olgusunun çılgın bir canavar gibi gözünü insanların cüzdanlarına diktiğini gördük. İnsanlar acılar içinde neredeyse sokaklarda kaldılar; onlara bakılırsa çok daha iyi durumda olduğumuzu düşünüyoruz.
Sizlere kısa bir Avrupa COVID-19 panoraması yaptırmak istiyorum. Bu arada COVID salgınının hemen öncesinde sınırlarımızda yaşanan mülteci görüntülerinin hepimizi nasıl derinden sarstığını biliyoruz. Arkası gelmez dertlerimin misali bir de üstüne pandemi başlayınca onları unuttuk. Bu arada bir kavram kargaşasına son vermek adına sığınmacı, mülteciolarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere deniyor. “Göçmen” ise, ülkesinden ekonomik veya diğer nedenlerle gönüllü olarak ayrılan kişi demek. COVID-19 pandemisi süresinde işsiz kalan göçmenlerin Avrupa ülkelerinde ciddi sorunlara yol açacağını öngörmek için alim olmaya gerek yok. Öte yandan bu insanlara yapılan ve yapılacak ekonomik yardımların, ülkelerin yerleşiklerini şu süreçte hiç de hoşlarına gitmeyeceğini, özellikle Fransa’da artan aşırı milliyetçiliği besleyeceğini de öngörebiliriz. Fransa’da banliyöler yine karıştı. Paris çevresinde göçmenlerin ağırlıklı olarak yaşadıkları yoksul semtlerde polis ve göstericiler arasında çatışmalar yaşanıyor. Mohsen Troudi adlı genç, Fransa'nın ‘eşitlik ve kardeşlik’ ilkelerinin adeta kendilerini kapsamadığını söylüyor. "Biz burada kendimizi ikinci sınıf vatandaş gibi hissediyoruz" diyen Troudi ekliyor: "Özellikle Müslüman, Arap ya da zenciyseniz." İşsizliğin çok sert hissedildiği banliyöler, hükümetten daha kapsayıcı politikalar bekliyor.
Avrupa’da daha da garip işler olmaya devam ediyor. Göçmenlerine pek de sevimli yaklaşamayan Avrupa ülkelerinde değil göçmenlere, sınır komşularına bile yaklaşım antipatikleşti. Belçika-Hollanda sınırında bulunan Baarle Nassau kasabasında bulunan Zeeman mağazasının giriş kapısı Hollanda'da, bir bölümü ise Belçika'da. Yani sınır çizgisi, bu kasabadaki birçok binada olduğu gibi, mağazanın ortasından geçiyor. Korona virüsü salgını nedeniyle Belçika, eczane, süpermarket, gazete bayii ve bankalar dışındaki tüm mağazaları kapatarak, sokağa çıkma yasağı uygularken, Hollanda'da böyle bir yasak söz konusu değil. Mağazanın Hollanda bölümü açık ama Belçika tarafına kırmızı bir şerit çekilerek, alışverişe kapatılmış. Bu nedenle, Belçika tarafında kalan ürünlerin satışı yapılmıyor. Oradan bir şey almak istediğinizde mağaza yetkilisi ‘satamam’ deyip, işin içinden çıkıyor. Tütün ürünleri, sigara ve içki de Belçika'da daha ucuz. Bu nedenle Hollanda tarafındakiler bu tür ihtiyaçlarını Belçika'dan karşılıyor. Belçikalılar ise, daha ucuz olan gıda alışverişi için Hollanda tarafını seçiyor.
Zor zamanlarda insanlar da, toplumlar da çok saçma, tuhaf uygulamalara kalkışabiliyor. Olaylarda mantık aramak zorlaşabiliyor. Örneğin, Hollanda Televizyonu'na (NOS) göre, bu ülkede yaşayan ‘Türkiye kökenli göçmenler, korona virüsü önlemlerini Türk televizyonlarından takip ettikleri için, Hollanda'nın uyarılarını dikkate almıyor. Türk vatandaşları, Hollanda Başbakanı Mark Rutte yerine, daha çok Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a kulak veriyor’ diye serzenişte. Tabidir ki iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batırmayı yeğleyen Hollandalılar, ‘acaba neden biz bu insanları kazanamadık’ diye düşünmeyi tercih etmiyor. Neyse, gelecek günler çok daha ilginç gelişmelere gebe, bakacağız ve güzel günler göreceğiz inşallah.