FOMO

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
30 Nisan 2020 Perşembe

 

Saatte kaç kilometre gittiğini ölçersen ona hız denir. Belli bir mesafeyi kaç saatte gittiğine ise pace (peys) denir. Hedeflenen noktaya vardıklarında koşucular birbirlerine ‘pace’ bildirir. Örneğin benim pace’im 8,5 olabilir, sizin pace’iniz 6 olabilir. Bu durumda benim tempom daha düşük demektir, hedefe daha uzun zamanda ulaştığım için.

Korona virüsünden önce hayatta da bence pace dikkate alınıyordu. Daha hızlı ve daha çok projede olma yeteneği hayatı çeşitli, eğlenceli ve verimli geçirmenin başarı kriteriydi. Ve sosyal medya aracılığı ile bu verimlilik bütün ilgililerin gözü önünde yaşanıyordu.

Örneğin ben yoğun işgününden sonra yeni bir aktiviteye istek duymazken linkedIn’den sınıf arkadaşımın smokinli bir gönüllülük davetine yetiştiğini, Instagram’dan tanıdıklarımın canlı müzik âleminden yaptığı paylaşımları görüp, tempomun düşük olduğundan endişe duyuyordum. Bazen de kendimi istemeden sadece dışında kalmamak için bir yerlere sürüklüyordum. Asıl isteğim evde kıvrılıp asosyal bir sessizliğe bürünmek iken. Bu kaçırma korkusunun bir adı varmış, FOMO (fear of missing out) bir şeylerin dışında kalma korkusu. Sanki tek başına mutlu olmakta utanılacak bir yan var. Hâlbuki delikanlı gibi bu korkuyu JOMO’ya çevirebilirdim. (joy of missing out) yani pür neşe kendi pace’imi belirleyip o koşturma ve yetişme hevesinin tüketim dünyasına ait yapay bir gerçek olduğunu idrak edebilirdim.

O yüzden şimdilerde korona virüsü günlerinde bana bir rahatlama geldi. Hiçbir şey kaçırmıyorum. Kendi tempomda işlerimi görüyorum, eğleniyorum, görevlerimi yerine getiriyorum. Endişelerim bile kendi dozumda. Ve dışarda beni kıyaslama yapacak ve endişe ettirecek tempoda bir koşturma yok! Psikopatça bir yaklaşım olabilir, ekonomi hızla krize sürüklenirken, benim dinginlik hissetmem. 

Alber Camus’nun Veba’sındaki Cottard gibi. Vebanın şehre yerleşmesi ile herkesin kendi gibi ev tutsağı olması Cottard’ı rahatlatmış, veba şehirden çekilince de yine eski korkuları gelip adamı ele geçirmişti. Ona kızabilirsiniz, ancak bu olağanüstü hallere size bir bakış açısı verdiğini de düşünebilirsiniz.

İnsanın yapayım edeyim telaşını bir kenara bırakması için ağzını kapatıp iki dakika boyunca burnunu sıkması yeterlidir der Sadhguru. Nefessiz kalınca ‘hırsların canı cehenneme yaşamak istiyorum sadece!’ diye insan bir silkinir. Bu aralar dinlediğim en güzel konuşmalardan birinde gencecik bir psikolog olan Can Sabaner, Memento Mori kavramından bahsetti. Yani ölümü hatırla. Karamsar bir düşünce gibi görünse de mantığı şu: Hayatın değerini anlamak için ölümü fark etmek gerek. Bir şeyin sonsuz olması anlamı azaltıyor. Bu yüzden içinde bulunduğumuz bu salgında ölüm endişesi hayatın nasıl anlamlandırılması gerektiğini tekrar sorgulatıyor. 

Üretkenlik artık sadece bir seçim, şart değil. Eğleniyor gibi yapıp normlara uymak da öyle. Stresli olmak da normal. Erkekler endişe duymaz gibi basit kalıplar da artık geçerli değil. İnsanın virüs karşısındaki kırılganlığı ona bir alçak gönüllülük de getirecek. Doğanın tokadı herkesi kendi pace’inde yaşamaya teşvik edecek. Eski Yunan’daki Stoikler gibi iyi bir yaşam için, doğa düzenini anlayıp uygulamaya çalışacağız.

Ve umarım her şey normale döndüğünde artık FOMO değil gururla JOMO taraftarı olacağız…