Eve kapandığımızdan beri bir sosyal deney yapıyorum. “Bugün neye gülümsediniz” diye soruyorum insanlara, kendim de neye gülümsediğimi ifade ederek. İstiyorum ki herkes gülümsesin. İlk başlarda hep dışarıda bir şeylere gülümsüyordum. Sonra bir sabah uyandığımda bir de baktım ki, asıl kendime gülümsüyorum. Zaten nasıl gülümseyebilirdim dışarıdaki şeylere, öncelikle kendime gülümsemeseydim?
Bedenime, hazzı tanıyan ve hazzı özleyen bedenime gülümsedim. Hazzı tanıyan ve acıyı bilen bedenime... Kazık olmuş enseme gülümsedim mesela. Acıyı bilebildiği için hazzı da tanıyan enseme. Sistem acı ile hazzı aynı yoldan öğretiyor çünkü bize.
Ellerime gülümsedim, bu yazıları kaleme alabilecek esnekliğe sahip oldukları için, gözlerime gülümsedim, tıkır tıkır çalışan düşünen beynime, yaşamı tüm coşkusuyla kutlamama ve kutsamama olanak sağlayan kalbime gülümsedim. Duyan kulaklarıma ve beni oradan oraya taşıyan ince zarif ayaklarıma gülümsedim. Varlıklarını hiç fark ettirmeden çalışan organlarıma gülümsedim... Bir an ses verip bir ağrı ile, “Hey, ben de buradayım” deseler bu olası ağrıyı hissedebileceğim organlarıma.
Acının içinde bile gülümseyebiliyorsa insan, işte o zaman bu yaşamda acının ustası olabilmiş demektir.
Ruhuma, düşüncelerime, beni ben yapan her ‘an’ıma gülümsedim. Evet ben bu sabah kendime gülümsedim. Ve fark ettim ki gülümsediğim aslında yaşamdı. Çünkü yaşam, zaten bendeydi, benimdi, bendi. Ben olmasam yaşam da yoktu. Nerede olduğum ya da olmadığım, ne yaptığım ya da yapmadığım değildi önemli olan. Önemli olan yaşamın kendisi olmamdı.
Birkaç gündür her sabah tam önümde iki yıldırım misali birbiri ile çarpışarak selamlaşan martı ile kargaya, Boğaz’ı renklendiren erguvanlara ve mor salkımlara, evlerde her türlü şaklabanlığı yapan minilere gülümsedim. Sevgiliye gülümsedim. Dinlediğim müziğe, gün doğumuna doğru coşan bülbüllere... Evinde uslu uslu güvende oturmak varken gönüllü olarak görev başına koşan doktor arkadaşıma ve tüm sağlık çalışanlarına, siparişlerimizi taşıyan kargo ve market görevlilerine, esen rüzgara, doğan güneşe, akşamlarımıza ışıltı katan aya... Sosyal medyada sürekli kabaran ekmeklere, pişirilen yemeklere, yapılan sohbetlere, gezilen müzelere, verilen derslere gülümsedim.
Gülümsedikçe yavaşladım. Gördüm ki hayat bir yere kaçmıyor. Yavaşladıkça günlerimizi ne çok şeyle doldurabileceğimi gördüm. Eğer istekliyse tüm ev halkı, hep birlikte nasıl da eğlenceli olabildiğini gördük yaşamın. Eve kapanmanın, böyle de uzun bir süre kapanmanın gerçek sevgiyi de ortaya çıkardığını gördük. Uyumlu olan, birlikte olmaktan gerçekten mutlu olanlar bu süreçten daha da güçlü çıkacaklar.
Ve zaman yavaşladıkça, nasıl genişlediğini yaşamın, nasıl esnediğini gördük. Evet bitmiyor temizlik, bitmiyor yemek pişirmeceler... Belki silmiyoruz pencere camlarımızı... Kir tutuyorlar giderek daha çok. Varsın kir tutsun pencerelerimiz; yeter ki yüreklerimizi, düşüncelerimizi saran kirler temizlensin.
İnsan gün içinde nelere gülümsediğine dikkat ettikçe ne kadar küçük detaylara gülümsediğini fark ediyor. Ve küçük bir kıpırtıya bile gülümsemek büyük etkiler yaratıyor yaşamlarımızda. Sahi, kaç kasımız hareket eder acaba bir gülümsemede, hiç düşündünüz mü? Kaç sinir hücremiz etkilenir ve hafifleme talimatı gönderir beynimize, bedenimize?
Bir gülümseme, hayatın zorluklarına karşı hayatımızı kolaylaştıran olarak gülümseme. Belki de, kapalı kaldığımız evlerimizde çatıştığımız sevdiklerimize bir gülümseme... Çatışmanın kendisine bir gülümseme hemen hafifletmiyor mu çatışmayı bile?
Bu sabah, yeni bir tomurcuk veren çiçeğe, ya da pijamanın ters dönmüş haline, saçında akan boyanın altından çıkan beyaza gülümse. Değişime gülümse.
Öyle ya, değişim varsa, hayat da vardır.Yaşama gülümse.
Yitirdiklerimize gülümse, ne yazık ki yitirdiklerimiz de var bu süreçte. Yitirmenin ağırlığı ne kadar çoksa da üzerimizde, onlarla geçirdiğimiz, geçirmiş olduğumuz, paylaştığımız güzel anlara gülümse. Yaşamış olduğumuz o sımsıcak sevgiye gülümse. Eminim gidenlerimiz de göz yaşı ile değil gülümseme ile hatırlamamızı isterler paylaşılmış olan değerli anların hatırasını, anıları, hikayeleri... Dolu dolu gülümsememizle.
Mayıs ayı... Rahmetli babacığımın doğum günü. Kulağımdan hiç silinmeyecek, sofrada kim bilir ne istediysem, hangi soruma cevap veriyorsan “Bak kızım” diyen sesin. Hemen ardından gülümseyerek konuyu özetleyecek, cevap vermeden cevap verecek, güldürürken düşündürecek bir fıkra anlatacaksın yine. Gülümseyerek anıyorum bugün yine seni, her gün gibi.
En küçük yaşından itibaren en eski arkadaşlarından biri, belki de en eskisi, İvet Hayim geldi yanına... Umuyorum, siz de olduğunuz o yerden bizlere gülümsüyorsunuz şimdi. Nurlarda olun.
***
Mayıs ayı... Anneler Günü. Bu yıl biraz sönük, biraz yalnız... Her birimiz kendi köşemizden kutlayacağız annelerimizi, bedenen değilse bile, ruhen birbirimize sarıldığımızı bilerek, sevgiyle ve mutlaka gülümseyerek.