Sinir kat sayısı artıyor

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
6 Mayıs 2020 Çarşamba

İnsanoğlu doyumsuz… Korona günlerinde yitirdiğimiz yakınlarımızı her zaman hatırlayacağız. Ateş düştüğü yeri yakar. Ve ne yazık ki geride kalan aile bireylerinin acısını paylaşmak için yanlarında olamadık.

Hayat doğal akışındayken “Sakın hafta sonu ve bayramlarda hastalanmayın sürünürsünüz maazallah” derdik. Gerçekten de cumartesi-pazar günleri istediğiniz doktora ulaşmak zor olduğu gibi, hastanelerin acil bölümünde gözlerini ovuşturan asistanın teşhisine de güvenemezsiniz.

Şimdilerde ise korona sürecinde, hayatın iki gerçeği olan doğum ve ölüm de ‘ruhsuz’ bir hal aldı. Doğum yeni bir başlangıç, aileye sevinç ve mutluluk katan bir olay iken anne hastane yatağında bebeğiyle izole kalıyor. Genç baba, odada kalmak için zar zor izin alıyor. Büyükanne ve büyükbabalar hastaneye alınmıyor. Ziyaretçi zaten söz konusu değil. Doğumdan en çok iki gün sonra bir mikrop/virüs kaparlar korkusuyla, anne ve bebek taburcu ediliyor. Kısaca, genç ebeveynler, en önemli günlerini sevdikleriyle paylaşamıyor.

Ölüm olayı daha da zor… Mücbir sebeplerden dolayı kimi dini zorunluluklar gerçekleşemiyor. Yakın aile bireyleri dışında gömü törenine katılmak yasak. Böyle durumlarda hep rahmetli Albert Kazes’i anarım. “Doğum, düğün, on üç yaş gibi olaylara gitmeyebilirsin. Zira telafisi vardır. Ama ölüm son görev, şartlarını zorla ve ailenin acısını paylaş” derdi. Üzgünüm şartlar el vermedi, gidemedim.

***

Her sabrın bir sınırı vardır. Diğer ailelerin durumunu bilemiyorum. Ama sabırsızlık bizim evde ‘peak’ yapmaya başladı. Herkesin sinir kat sayısı farklıdır. İtiraf etmeliyim ki, sevgili komşumu da ikna ederek, apartman kapısının önündeki avluya çıktık. Kuralları ihlal etmemek için kaldırıma dahi yaklaşmadık. Beş dakika süreyle, pranga mahkûmu gibi bir aşağı, bir yukarı yürüdük, ardından eve girdik.

***

İnsanın doyumsuzluğuna gelince; henüz krizin tam ortasındayken, “Korona sonrası yaşam nasıl olacak?” tartışmaları çoktan başladı.

Nasıl olacak bilmiyorum. Bütün iyi niyetime rağmen ufukta pembe bulutlar göremiyorum. Çok basite indirgersem, bazıları için bir zamanlar margarin sıkıntısı, tuvalet kâğıdı yokluğu, benzin kuyrukları misali, bir masal gibi unutulup gidecek.

Çoğunluk için ise, işsizlik ve ekonomik sorunların getireceği yük kaçınılmaz.

Toplumdaki konumumuza gelince, çekirdek ailenin güvende olması her zaman için önceliğimdir. Hemen ardından da geniş ailenin gereksinimleri için ne yapabileceğimi düşünürüm.

Az önce Facebook’ta pansiyonerlerin ağzından, Or Yom korona günlerinde ne duyumsadıklarını dinledik. Kimi hüzünlü, kimi bilge, kimi de halinden memnun. Bakışlarındaki derinliği gördüm. Ortak sıkıntıları çocuklarını görememekti.

Değişim rüzgârlarını karşılamak zorundayız.

***

Doğup büyüdüğüm ortamda, kurum ve kuruluşlarda etkin olan kişi ortalaması çok yüksek değildi. Gençler ailelerinde böylesi bir alışkanlık görmedikleri için onlar da bu ‘mitsva’dan habersiz büyüdüler. Ancak durum değişiyor. Desteğe ihtiyacı olanların sayısı çoğalıyor. Onlarla ilgilenmesi gereken gönüllülere yenilerinin de katılması şart. Şimdiye dek gelişmelerin bilincinde olmayan, geniş ailedeki tüm ‘kuzen’lerin devreye girme zamanı. Hak verilmez, alınır. Görev alınmaz, verilir. Bu da bir öneri…

***

1 Mayıs günü, görsel medyada her taraftan ‘inci’ olarak da bilinen ‘müge çiçeği görüntüleri geldi. Fransızlar 1 Mayıs Bahar Bayramı’nı kutlarken birbirlerine bir sap müge çiçeği hediye ediyor.

Fransa’dan sonra birçok ülkede kullanılmaya başlanan küçük beyaz çanları andıran bu zarif çiçekler, kısa süreli de olsa içimizi aydınlattı.