Taflanlar, akasyalar, ıhlamurlar…

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
20 Mayıs 2020 Çarşamba

Ağaçları tanıyor musunuz?

Yapraklarının renginden, gövdesinin dokusundan, boyundan posundan, hatta kokusundan biliyor musunuz onları?

Ağaçları bilmek, insanları bilmek gibi biraz…

Bazılarının yalnızca adını biliriz, bazıları evimizin bahçesindedir, zor zamanlarımızı paylaştığımız, gölgesinde dinlendiğimiz yakın dostlardır; bazıları sırdaştır, aşka şahittir gövdesine sevdiğimizle kendimizin baş harflerini kazırız; bazılarının kovuğu kocamandır, içine girer dünyanın yükünden kendimizi koruruz, hayal kurarız, bazıları kocamandır, dallarına ev yapar, çevremizden kaçıp yapraklarının arasında kendimize bir dünya kurarız.

Ağaçlar, bizimle var olan, biz yaşadıkça yaşayan hatta zamanı gelince bizi dünyadan uğurlayan ve ardımızdan yüzyıllarca ayakta kalan en kadim dostlardır. 

Şiirlerin de en vazgeçilmez dayanağıdır ağaçlar…

Sırtını bir ağaca yaslamayan şair neredeyse yoktur. Onunla dertleşen, onun büyüttüğü ormanlarda gezmeyi seçen, sevdiğini onun gölgesinde bekleyen çok şair vardır edebiyatımızda… Şairler ve şair ruhlu olup ağaçların farkındalığıyla hayatı tahlil edenler…

Ağaç deyince Nâzım’dan bahsetmemek olmaz. Uzun zamandır Piraye’yi görmeyen Nâzım, yapılan bir ihbar üzerine polise yakalanmamak için gölgesinde sevdiğini beklediği ceviz ağacına tırmanmak zorunda kalmıştır. Kendi ağacın yaprakları arasında gizli, sevdiği o ağacın altında aşikar, ikisi de sevdadan darmadağınık:

“Başım köpük köpük bulut, /içim dışım deniz, / ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz. / Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, / Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. / Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril. / Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil / Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var, / Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a. /Yapraklarım gözlerimdir. Şaşarak bakarım. / Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u. / Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,/ Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında”

Aynı Nâzım, karlı bir gecede memleketten ayrıyken yeni bir hayata yelken açarken kayın ormanında da Piraye’yi hatırlamıştır. On üç dörtlükten oluşan bu kayın ormanı şiirinde:

“Yedi tepeli şehrimde/ bıraktım gonca gülümü. / Ne ölümden korkmak ayıp, / ne de düşünmek ölümü.” diyerek hayatla ölüm arasında, ince bir çizgide kalmıştır.

Cahit Sıtkı bütün ağaçları kucaklamayı seçmiştir içindeki yaşama sevincinden dolayı:

“Gök masmavi bu sabah, / Güzel şeyler düşünelim diye / Yemyeşil oluvermiş ağaçlar…” dizeleriyle zaten var olan bir gerçeği daha güzel bir sebebe bağlamayı seçmiştir içindeki şairden dolayı… 

Sunay Akın’ın az dizede çok derin ifadeler saklı olan şiirlerinden biri olan Maki’de de aynı tatlı üslup göze çarpar. En duyarlı dost, Akdeniz’in en yaramaz çocuğu makidir:

“Bir an önce görülsün/ diye Akdeniz, / Toroslar'da ağaçlar / hep çocuk / kalır”

Ya da bazen sevgilinin sembolü olur şiirde, hem de sembollerle hiç işi olmayan bir şairin kaleminde. Orhan Veli, sevda denen o güzel duyguyu, onu kaybetme endişesini ağaç’la anlatmayı seçmiştir; önce kendine, sonra bize: 

“Mahallemizde /Senden başka ağaç olsaydı / Seni bu kadar sevmezdim. / Fakat eğer sen
Bizimle beraber / Kaydırak oynamasını bilseydin / Seni daha çok severdim.
Güzel ağacım! / Sen kuruduğun zaman /  Biz de inşallah / Başka mahalleye taşınmış oluruz.”

Ve tabii Cahit Külebi… Gençliğin hayat tecrübesizliğini onun kadar güzel anlatan var mıdır bir zerdali ağacı örneğiyle:

“Havalar güzel gidiyor / Sen de çiçek açtın erkenden / Küçük zerdali ağacım / Aklın ermeden”

Hem edebiyatçı hem de ressam olan Bedri Rahmi’de, sevdiğinin arkasında var olduğunu düşündüğü zeytin ağaçları hazin bir aşk hikayesine şahitlik eder:

“Önde zeytin ağaçları arkasında yar / Sene 1946 / Mevsim / Sonbahar”

Büyük usta Aziz Nesin, önce kendiyle dalga geçmeyi seçmiştir ağaç yardımıyla. Yapılan en güzel kişileştirmeler, ağaçlaradır: 

“Sen ağaçların aptalı / Ben insanların
Seni kandırır havalar / Beni sevdalar”

İnsanı ve ağacı ele almak istedim şairlerin yardımıyla…     

Çünkü ağaç; kalıcılığın, vefanın, sabrın, hükmün, aşkın sembolü gibidir edebiyatta... Bir de şair olmayan ama en az onlar kadar hayatın farklı bir göle farkında olanları... Hangi ağaç, ne zaman çiçek açar, onlar bilir; hangi ağacın neye ne zaman ihtiyacı vardır, onlar takipçisidir; ağaçlarla yarenlik ederler tıpkı hayatla yarenlik ettikleri gibi… Kimseye benzemezler, şiirleri yoktur belki ama şiir gibi hayatları vardır. Bu şiirleri okuyup en azından onları kaleme alanlar kadar içi titreyenlerdir onlar. İyi okur, iyi gözlemci, iyi dost, iyi eş, iyi sevgili, iyi sevdalıdırlar.  Yürüdükleri yollarda kendi şiirlerini yazarlar. Bu yolculukta; önce taflanların, ardından akasyaların, sonrasında da ıhlamurların kokusunu içlerine çekerler. Başkaları bunun farkına varmazken üstelik…