Bir Özgürleşme Arayışı: Rav Menaşe’den Spinoza’ya - 8

Hakikat yolunda ihanet edilir mi?

Metin SARFATİ Köşe Yazısı
20 Mayıs 2020 Çarşamba

Aşağılamamak, nefret etmemek, anlamak.

Aforoza uğrayan aforoz edecekti. Şiddete uğrayan güçlü hissettiğinde kendini şiddet uygulamaktan hiç çekinmeyecekti. İnsanın ve halkların ‘naturasının’ uzmanı için bunlar bilinmedik şeyler değildi; varlık, gücü oranında var etmeye çalışacaktır kendini.

Kızmayacaktı kimseye filozof; şikayetlenmemek, sızlanmamak, yalvarmamak.

Küçümsemeyecekti dua sırasında durmadan yalvarıp kendi için isteyeni. Anlamaya çalışacaktı onları bile.

Halkının ve tanrının adına konuşmak yetkisine sahip olup yer üzerinde kendini mahkûm ettirmeye çalışan Rav Morteira’ya bile küskün değildi.

***

‘Toplumun içinde, her konuda fikri sorulan, ünlü filozof’ olmaktan kaçınacaktı Bento. Ona göre değildi ‘yıldızlaşmak.’ Gösterişin uzağında kalacaktı tüm bir yaşam boyu. Uzun bir zaman sonra Nietzsche ‘filozofça yaşamayana filozof demem’ demeyecek miydi?

Aforoz süresi bittikten sonra dönebilirdi altın çağını yaşayan Amsterdam'a. Bugünün entelektüeli için Londra, Paris, New York ne ise Amsterdam da oydu 17. yüzyılda. Kanalların parlayan kentinden genel olarak uzağında kalmayı tercih edecekti. Gizemli bir gidiş gelişi olacak mıydı Van Den Enden1için bilinmez. Hocasından öğrenecekleri olmalıydı. Ayrıca onunla açık bir toplumun, liberal bir yapılanmanın temellerini atmaları gerekebilecekti. 

Rijnsburg

Amsterdam’ın uzağında bir küçük kasaba kara gözlerini, mahcup bakışını kuşanmış konuğunu ağırladı o gece. Albatros getirdi karların içindeki yeni minicik evine bıraktı filozofu. Ve bir daha asla terk etmedi. Küçük bahçesinde hâlâ oradadır filozof. Tedirgin bakışından o küçük tavan arasında özgürleşme zamanlarını nasıl başlattığını anlamak zor bile olacaktır.

Rijnsburg’da aydınlık bir karşılamadan sonra genç kiracı çıktığı tavan arasındaki odasında rüzgârın uğultusu ile karşılaştığında pencereyi iyice kapamaya çalıştı. Buz tutmuş düzlüktü gözünün önünde uzanan. 

Yaşamımın zorlu yolu önümde döne kıvrıla bir kurdele gibi uzanıyor diye düşündü.

Yer yer çatlamıştı ovanın buzulları.

Herem tamamlanmıştı. Zorunlu olarak tasfiyesi ile ilgilendiği babasının para işlerinden usanmıştı ama artık o da bitmişti. Sevememişti diğer kardeşi gibi ticareti. Daha çok para biriktirmek amacı ile var olmanın ne anlamı vardı ki. Düşünmüyor olsaydım dünyaya gelmeme bile gerek olmazdı.

Hem para ticareti için St.Thomas d’Aquin bile kendine ait olmayan zaman hesabından hareket eden iktisadi kavrayışı yermemiş miydi? Zaman Tanrı’ya aitse, faizin meşru ve ahlaki zemini kaybolmaz mıydı?

Hele finans; gerçek ekonomi ile ilişkisini koparmış olanın nasıl değer yarattığını kavrayamayacaktı bir türlü Bento. Kendi yarattığını fetiş haline getirmekte insanın üstüne yoktu.

Marx ondan esinlenmiş olamaz mıydı bunu yazarken.

Kendine kalan mirası bile kardeşinin şaşkın bakışları arasında ona bırakacaktı Bento. Kötü bir tat kalmıştı ağzında bu olup bitenlerden.

Şimdi ise kendini yeniden inşa etmekte bir engel yoktu artık. Bir ömür boyu sürecekti bu çabası.

Yıldızlara mercekler ile bakmak

Merceklerinin ardından fark edilenler zihnin büyütecinin altında galiba daha rahatlıkla kavranabilecekti. Çocukluğu gelecekti aklına. 

Rüzgâra karşı yorganına sığındı.

Babası; o götürmüştü onu ilk olarak Talmud okuluna. Oradan mı aklında kalmış olacaktı Rabban Gamahel’in dediği; Tora öğreniminin ancak mekanik bir sanat eğitimi ile birlikte anlamlı olacağını söylemişti. Çünkü ancak o zaman kötülük yapmak için vakit bulunmayacaktı. 

Kim bilir büyük üstat (Newton) da böyle mi bakmıştı gökyüzüne? Küçük masasının üstünde kendi yaptığı merceklerle, o da var olup olmadığı kuşkulu olan yıldızlara bakarken anlatmaya başlayacağı tanrıyı kurgulayacaktı belki de.

Büyük Leibniz’i şaşırtacaktı kendisini görmeye geldiğinde, “Tanınmış, büyük insan” diye hitap edecekti Avrupa’nın yanına yaklaşılamayan büyük filozofu. Ona yazdığı mektupta, “Bütün yeteneklerinizin arasında görüyorum ki optik hakkında da güçlü bir bilginiz var. Sizden daha iyi bir hakem bulamayacağımı düşündüğüm için son yazdığım yazıyı size gönderiyorum. Lütfen değerlendirir misiniz?”

Umursamadı övgüyü. Yapması gereken önünde idi. Yol kıvrılıyor, gri gökyüzünde kayboluyordu.

Yatağına uzandı. Pascal, Newton, Leibniz’i düşündü. Hakikat onu bekliyordu.

Düşünde Levinas’ı görmek                                                               

Tanrı bana yol gösterendir

Hiçbir şeye ihtiyacım yok

Bir çizgi idi güneş Bento’nun gözlerinde. Gece geç geldi. Uyuyamamıştı. Babasını gördü düşünde. Onu bıraktığı Talmud dersinden almaya gelmişti. Tuttu elinden; sen dedi ona parmağını sallayarak halkına ihanet ettin.

Halkına, Tora’nın halkına!

Ama dedi, baba hakikatin peşine koydum yaşamımı, nasıl ihanet ederim ki ben kendime?

Hem ben onları gölgenin halkı olmaktan kurtarmak istedim.

Yoksa Tora’nın hakikati kendine özgü müydü?  

Kalktı. Kahvenin kokusu gelmeye başlamıştı aşağıdan. Tıkanmış soluğunu rahatlattı. Dumanı yatağına kadar geliyordu. Sen ihanet edensin diyordu hâlâ kulaklarındaki ses.

Albatros pencerenin önünde ona bakıyordu. Hazırdı onu almaya.

Güvendi. Uyuya kaldı.

Düşe daldı tekrar.

Babasından devir alacaktı sözü üç yüz yıl sonra bir öğrencisi. Hayret etti. Levinas’tı.

- “Hakikatin yeniden indirilmesine de aranmasına da ihtiyaç yoktur. Tora hakikatin bizzat kendisidir. Tora tarihin sonudur. Yahudi halkı öylesine büyüktür ki Spinoza ile aynı fikirde olmadığını rahatlıkla söyleyebilecektir. Bundan çekineceği bir şey de yoktur.”

- Ama hakikati zihin nasıl a priori olarak elde edecekti ki? ‘Etik’imde uzun uzun hakikati akıl eşliğinde ve rasyonel geometrik bir yolla nasıl bulduğumu anlatacağım.

- İsraillilerin ve Yahudilerin, özellikle onların entelejensyalarının temel sorunu kendilerini batılı olarak tanımlamak istemelerinde yatmaktadır. Haskala aydını dahi sıra batının onaylamadığı vülger Yahudi’nin değerlerine sahip çıkamamıştır. İkilem içinde olmuşlardır. Çekingen bir düşünce tarihi oluşturmuşlardır ve Yahudi entelektüelinin kimlik bunalımının temelinde bir ‘anti Yahudi’ olarak Spinoza vardır.

Uyandı Spinoza. Kahve koydu kendine evin sahibine teşekkür ederek. Odasına çıktı.

Ufuk sise bürünmüştü

- Hayır üst bir özgürlük yoktur. Özgürleşmek, hakikatle rasyonel ve içsel bir bağlantı kurmak demektir.

Teolojinin yolu felsefeninkinden ayrıdır. Felsefe saf hali ile ihanet eden olamaz. Öğrencimin dediğinin tersine mitoloji akıl üzerinde şiddet uygulayabilendir. ‘Teoloji politiğimde’ şiddetin teolojik kaynağını açıklayacağım. Mitolojinin ve peygamberin mucizesinin doğaya göre tahlilini yapacağım. 

Levinas albatrosun da şaşkın bakışları arasında şöyle demeye devam etti öğrencisine:

- Sizin yaptığınız eleştiriler büyüdükçe Tora büyür. Mucize ne kadar mucizevidir ki farklılıklar büyüdükçe o da büyür.

Mırıldanacaktı Hoca: 

- Şanslıyım her şeye rağmen. Bu karlar ülkesinde Galile’den daha şanslıyım. Beni sadece bir büyücüler topluluğundan ihraç ettiler. En azından şimdilik.

Anlatacağım, öğrencimin öğrenmesi gerekecek ki Tanrı’nın içinde soluk alıyoruz. O da bizim içimizde yaşıyor.

Sonsuz güzelliği bütün insanlara ve arada beni aforoz edenlere de anlatacağım.

Halkıma ve herkese korku ve umut sarmalını aşmalarını söyleyeceğim.

Ebedi mutluluğu aramak ve bunun için eleştirileri sakınmamaktır entelektüelin görevi Dogmaları aydınlatmaktır. 

Kızmadan aşağılamadan, sabırla anlatacağım… 

Albatros pencerenin önündeydi. Dışarı çağırdı filozofu. Güneş renksizdi. Yine de kızıla boyadı kuzeyin bahçesindeki küçük evi. Minik bir kuş karların arasında yemek arıyordu. 

***

İnsanlar özgürlüklerini arıyorlardı.

Seslendiren: Janet Mitrani