Amerika’da Türk İmgesi

Umut UZER Köşe Yazısı
3 Haziran 2020 Çarşamba

Uzun yüzyıllar boyu Batı dünyasının başlıca rakibi veya ötekisi Osmanlılar, yani onların da tanımıyla Türklerdi. Osmanlılık ve Müslümanlık, Türklükle o kadar özdeşleştirilmişti ki, Müslüman olan birine, ünlü tarihçi Bernard Lewis’in de ifade ettiği gibi, “Türk oldu / Turned Turk” denilirdi. Bütün bunların sonucu olarak, tarihin mirası günümüzde bile Türklere bakışı genellikle olumsuz olarak etkilemeye devam etmektedir. 

Amerika Birleşik Devletleri özeline baktığımız zaman Türk karşıtı büyük bir külliyatın oluştuğunu göz ardı edemeyiz. 19. yüzyılda Bulgar isyanı esnasında, tamamen Hristiyan bağnazlığı ile onların tarafını tutan İngiliz devlet adamlarının ve misyonerlerinin ‘Korkunç Türk’ (Terrible Turk) mitini yarattıkları ve Amerikalıları da etkiledikleri, tarihçi Justin McCarthy tarafından ‘The Turk in America’ adlı kitabında etraflıca anlatılıyor. Yazarın ifade ettiğine göre Türkler, Yahudilerden sonra hakkında en fazla yalan uydurulan ve hakarete maruz kalan halk olarak karşımıza çıkıyor. Bu ‘Korkunç Türk’ önyargısının ortaya çıkışı ve devam etmesinde İngiliz misyonerlerin ve propagandacıların I. Dünya Savaşı esnasında yazdıklarına çarpıcı bir şekilde dikkat çekiyor. Bütün bu kitapların ortak noktası Türklerin her zaman haksız, Hristiyanların ise her zaman masum oldukları varsayımı ile yazılmış olması. 

Tabi Batı dünyasında herkesin Türk karşıtı olduğunu söyleyemeyiz. 19. yüzyıl İngiliz Başbakanlarından Benjamin Disraeli politikalarında Türk taraftarı olarak bilinir. Veya Türkiye’nin Soğuk Savaş dönemindeki prestiji, zaman zaman Yunan lobisinin etkisiyle sekteye uğrasa da, oldukça yüksekti. Ancak gene de popüler kültürde ve sinemada özellikle 1978 yapımı ‘Gece Yarısı Ekspresi’ filmi Türkiye’de uyuşturucu bulundurmak suçundan hapishaneye düşmüş Amerikalı bir gencin hikâyesini geniş kitlelere yaymıştı. Buradaki ilginç nokta, filmde Türkleri canlandıran aktörlerin hemen hepsinin Rum veya Ermeni aksanı ile Türkçe konuşuyor olmalarıydı. Her ne kadar bu film gerçek bir hikâye gibi sunulsa da, filmdeki Türk karakterler asırlar boyunca devam eden “Korkunç Türk” tipolojisine uygun olarak hain, acımasız ve kan dökücüydü. 

Benzer bir Türk tiplemesi, meşhur film yönetmeni Elia Kazan’ın 1962 yılında basılan ‘America America’ adlı kitabında da görülüyor, ki bu kitap Anadolu Gülümsemesi (Anatolian Smile) adıyla film olarak da çekildi. Kayseri kökenli bir Rum ailenin İstanbul doğumlu oğlu olan yazar, Hollywood’un ‘Rıhtımlar Üzerinde’ gibi başarılı filmlerinin yönetmenlerinden olsa da, 1950’li yıllarda Amerikan meslektaşlarını komünist olarak ihbar etmesi sebebiyle birçok kişinin kariyerinin sona ermesine sebep olmuştu. Bu yüzden 1999 yılında bir törende sanatçılar tarafından protesto edilmişti. 

Kitabın üzerinde daha ayrıntılı olarak durmak gerekirse, Ermeniler ve Rumlarca iskân edilen Anadolu’nun Müslümanlarca işgal edildiğini yazarak başlayan kitabın başkahramanı Rum kökenli Stavros aynen Kazan gibi Kayserili. Kitapta Ermenilerin ve Rumların, Türklerin baskısına maruz kaldığı ve katliamlara uğradıkları, kiliselerinin yakıldığı defalarca vurgulanıyor. Filmin adı olan ‘Anadolu Gülümsemesi’ni ise belki biraz amiyane ifadeyle, sırıtma olarak nitelemek daha doğru olabilir çünkü Kazan’a göre Amerika’da zencilerin veya Çinlilerin de baskı kuran gruplara karşı bir maske olarak kullandıkları mekanizma sırıtmadır.

Kitapta Stavros’u dolandıran Türk, aynı zamanda “Türklerin ilkel, Rumların ise medeni” olduklarını söylüyor. Yani asırlardır devam eden Türk imgesi bu kitapta da ırkçı bir şekilde yer buluyor. Tabi Kazan’ın yazdığı ülke hakkında bilgileri büyük ölçüde yanlışlara dayanıyor. Örneğin Ayasofya’nın altı minareli olduğunu yazıyor, belli ki burada Sultanahmet Camii ile karıştırıyor. Şehir isimlerini de genellikle yanlış yazıyor. 

Bunların dışında Amerikan sahillerine vardığında Stavros’un sembolik olarak fesini denize atması ve karaya ayak bastığında yeri öpmesi, aslında kitabın Amerika’da yeni bir hayat kuran bir kişinin eski hayatının reddiyesinin sembolik anlatımları olarak önem teşkil ediyor.  Ama bunu yaparken eski vatanını bu kadar yerden yere vurarak, Türkofobik söylemleri üretip, devam ettirerek bu literatüre katkıda bulunuyor. Sonuç olarak bu kitapta ve başka yazı ve söylemlerde tarihin gölgesi ve tarihte üretilen Türk imgesi, farklı şekillerde ama özünü kısmen muhafaza ederek günümüze dek devam ediyor.