Köşemi dezenfekte ettim, o mikro organizmanın adını ağzıma almayacağım. Köklerime dönüyorum sevgili okuyucum. Bu haftasonu peş peşe uzayla alakalı mutluluklar yaşadım.
Doğum günümde canım kız arkadaşlarımın aldığı teleskobu kurdum, heyecanla Launch America izledim -teleskobumdan değil tabi ki- Netflix’in yeni yeni yayınladığı ‘Space Force’u kahkahalarla bir oturuşta bitirdim. Zevkten dört köşeyim. O zaman bu yazıyı da dört köşeye böleyim diyorum. Çünkü neden olmasın? Amerikalıların dediği gibi ‘think out of the box’ sevgili editörüm. Türkçesi karantinada çok sıkıldım.
İkinci köşem:
Öncelikle sevgili eşim teleskopla ilk gözlemim için cuma gece gece ormanlık alanda karanlık ama ağaçların da seyrek olduğu bir yer bulmak için bana eşlik etti. Gökyüzündeki koskoca yarım ayı teleskoptan görmek yarım saatimi aldı. Hava buz gibiydi ve kim bilir ne çeşit sürüngenler ayakkabılarımızın üstünden geçmekteydi. Belimiz kopmuştu, eşim söyleniyordu: Teleskop ne saçma şeydi, çıplak gözle mehtaba bakmak gibisi var mıydı? Galileo gücenmesindi… Ama ben Ay’ın üstündeki kraterleri net bir şekilde görmenin heyecanını yaşamaya başlamıştım bir kere. Eve artık zorla döndürüldüğümde Ay’a bakmak için hiç de karanlık bir yere ihtiyacım olmadığını gördüm, paşa paşa tabureme oturdum ve gözlemlerime artık tırsmadan huzur içinde devam ettim. Şimdilik teleskobumda sadece karşı evin bacasını ve Ay’ı odaklayabiliyorum. Çok fırın ekmek yemem lazım. Tam olarak 40.
Üçüncü köşem:
Cumartesi 22.22’de, içinde bulunduğumuz uzay çağının en önemli kilometre taşlarından birine tanık olmanın heyecanını yaşıyordum. “Sana ne oluyor?” demeyin. İlk kez özel sektörden ticari bir kuruluş insanları uzaya fırlatıyordu. Tamam, insan dediğim çok tecrübeli iki NASA astronotuydu ve uzay dediğim 400 kilometre üzerimizde alçak yörüngede günde 15 kez turlayan Uluslararası Uzay İstasyonuydu ancak artık SpaceX sayesinde NASA astronotları 2011’den beri yaptığı gibi 90 milyon dolara Kazakistan’daki Rus Soyuz kapsülü ile uzaya gitmek zorunda kalmayacak; dahası uzay meraklılarının rüyalarını gerçekleştirmek için milyarder olmaları gerekmeyecekti. Tom Cruise isterse filmini orada çekebilecek, sokaktaki Selin turistik amaçla uzaya çıkabilecekti. Belki Selin’in sokakta şu anda 20 milyon dolar bulması gerekecekti ama bu rakam ilerleyen yıllarda mutlaka düşecekti. Çünkü oyunda başka bir özel şirket olan Boeing de vardı. İnsanı Ay’a çıkaran Soğuk Savaş döneminde Rusya-ABD rekabeti idiyse, beni uzaya çıkaracak özel şirketlerin rekabeti olacak. Bugüne dönecek olursak kazanan belli. Başta herkesin küçümsediği, dikine indirdiği tekrar kullanılabilir roketleriyle çığır açan Elon Musk, Boeing’e fark attı ve SpaceX, kuruluşundan 18 yıl sonra insanları uzaya çıkaran ilk özel şirket olmayı başardı. Astronotlar Douglas Hurley ve Bob Behnken 19 saat süren yolculuklarının son dakikalarında içinde bulundukları Dragon Crew mekiğinin kontrolünü ele aldılar ve mükemmel çalıştığını bildirdiler. Roger that Douglas and Bob.
Dördüncü köşem:
100 binden fazla ölüyle, korona* sınavından çakan, işsizlik rakamları rekor kıran ve son olarak George Floyd olayı ile dört bir tarafı yanan ABD’de, herkesin yüzünü güldüren ‘America Launch’ fırlatışını ABD Başkanı Donald Trump, Kennedy Uzay Merkezinde ilk sıradan seyrediyordu. İçinde gurur, adalet, barışçıl protesto, yerde lider-uzayda lider gibi tipik ‘Make America Great Again’ sözleri barındıran, seçim kampanyası tadındaki konuşmasında Trump, sözü beş ay önce kurduğu ‘Uzay Kuvvetleri’ne getirdi. Space Force, 20 Aralık 2019’da Hava Kuvvetleri-Air Force’tan ayrıldı ve ABD ordusunun altıncı kolu oldu; amacı uzaya savunma ve saldırı yapmak üzere teçhizat ve asker yerleştirmek. Bu da bizi haftasonu uzay sevinci üçlememin sonuncusuna getiriyor.
Pazar günü Netflix’in yeni yayınlanan ‘Space Force’ adındaki absürt komedisini ‘binge watching’ yaptım. Yani tüm bölümleri bir anda yayınlanan diziyi toptan bir kerede bitirdim. Steve Carell’in ‘The Office’ ekibiyle çektiği ve tam da o lezzette olan dizide Carell, Uzay Kuvvetlerinin başındaki generali, büyük usta John Malkovich ise onun sağ kolu bilim insanını canlandırıyor. Amerikan Başkanı dizide görünmese de en önemli devlet kararlarını imla denetimi yapmadan büyük harflerle tweetlemesi dizide POTUS’un Trump olduğuna işaret ediyor; örneğin “BOOTS ON THE MOON (Ay’da botlar) yerine “BOOBS ON THE MOON (Ay’da memeler) tweeti.
Launch America’nın 27 Mayıs’tan 30 Mayıs’a ertelenmesinin sebebi, bulutlaşmanın çoğalması nedeniyle havada oluşan elektriğin yakıtla temasa geçme ihtimali ile risk oluşmasıydı. On bölümlük dizinin bir bölümü tesadüfen aynı durumu anlatıyor fakat burada kararı POTUS korkusu şekillendiriyor. Bunun yanı sıra dizide, iki katı verimli, roze renginde roket yakıtı üreten bir özel kuruluşun Uzay Kuvvetleriyle kontrat yapması sahnesiyle Space X’e selam çakılıyor. ‘Düz dünya’ fikrini şuursuzca kabullenmiş yaşlı bir kongre üyesi ve ‘Ay’a gidilmedi’ diyen Çin Savunma Bakanının monologları ise komplo teoricilerini yerin dibine batırıyor. Ama asıl yerin dibine batırılan dizinin adı olan Space Force. Gezegen yetmedi uzayda da savaşılsın ve bunun bedelini vergi ödeyenler karşılasın, öyle mi? Bugünlerde Trump’ın Amerika’sında yaşamamak ne güzel. Ama uzayda bilim yapılacaksa herkesin yolu açık olsun.
*köşeyi daha yeni dezenfekte etmiştim elleri kırılasıca…