Evlere hapsolduğumuz dönemde bir taraftan işleri yürütürken, diğer taraftan yeni dizileri ve filmleri daha kolay takip ettiğimiz bir gerçek. Bugüne kadar Yahudilerin ön plana çıktığı yapımların dünya çapındaki bilinirliği genellikle Soykırım filmleri olmasına rağmen, günümüzde oldukça farklı içeriklerle yeni izleyici kitleleri kazanıyor olması son günlerde dikkatimi çekiyor. Sosyal paylaşım platformlarında hemen her gün farklı birinin ‘Unorthodox’ veya ‘Shtisel’e dair paylaşımlar yaptığını görüyorum. Kim bilir, belki bendeki seçici algıdır; ama hemen her gün karşıma çıkan ve beğeni dolu yazıların hepsinin ‘algı’dan ibaret olmasının da mümkün olmadığını düşünüyorum.
Sıkı bir sinema izleyicisi iseniz bu yazının başlığını oluşturan isimlerin son beş yıl içerisinde en popüler ‘Hasidizm’ temalı film-diziler olduğunu hemen anlarsınız. Bu filmler kuşkusuz ‘Damdaki Kemancı’ ile aynı değerlendirilmeye tabi tutulmamalı. Ancak her biri kendi alanında ses getirmiş görsel bir şölen diyebiliriz.
Motti Wolkenbruch: Komedi-dram olarak çekilen bu film, İsviçre tarafından Oscar törenlerine ülkeyi temsil etmesi için aday gösterilmişti. Thomas Meyer'in Almanca olarak yazdığı 'Wolkenbruchs Wunderliche Reise in Die Arme Einer Schikse' romanından uyarlanan filmde Shtisel ve Unorthodox gibi Yidiş dili kullanıldı. Bu filmi izleyen her Akdenizli, filmdeki Motti’nin annesinde aslında biraz kendi annesini bulabilir. Belki ergenlik döneminde karşı cinsle iletişimde zorlanan her erkek de biraz kendisini görebilir. Ailesine ve dolaylı olarak içinde bulunduğu toplumun törelerine sıkı sıkıya bağlı bir ergen adayının ilk başkaldırışı ya babasına ya da annesine olacaktır. Bu filmde “Bu aile benden sorulur” diyen anneye olan başkaldırının sevimli bir dille anlatımına şahit olduk. Sonuçta bir ‘Shiksa’ya (Yidiş’de argo anlamda Yahudi olmayan kadın anlamında kullanılır) gönül vermiş iyi bir aile çocuğu vardır. Motti’nin annesinin bundan daha büyük kâbusu ne olabilir ki?
Shtisel’i izlerken kapalı bir toplum olan Hasidiklerin de hepimiz gibi günlük kaygılarını olduğunu yalın bir sinema anlatımı ile gördük. Unorthodox’u izlerken, bizlere yabancı, çok da yabancı olmayan ‘kan davası’nın, Duygu Asena’nın ‘Kadının Adı Yok’ ile veya Sezen Aksu’nun ‘Ünzile’si ile ne kadar benzeştiğini izledik. Sizi bilmiyorum, ama dizide Moishe Lefkovitch karakteri bana, bizim Yeşilçam filmlerimizde ‘namusu temizlemek’ için gönderilen en yakın aile bireylerini anımsatmıştı. Shira Haas’ın kusursuz oyunculuğuna şapka çıkardık. Ruchama Shtisel’in, Shtisel’de küçücük yaşta sırtına yüklenen sorumluluğunun yine aynı vakurlukla Unorthodox’ta vücut bulduğunu gördük. Shtisel’de içindeki sanat aşkını gizleyemeyen Akiva Shtisel’in (Michael Aloni) ne kadar doğal rol yaptığı içimize işledi. Sonuçta bir haham güzel bir resim çizebilir miydi? Büyükanne Malka’nın (Hanna Rieber) gerçek hayatta da vefat ettiğini duyunca çok üzüldük. Baba Shtisel’in (Doval’e Glickman) aslında evlatları için nasıl deli olduğunu ancak dışarıya bunu çok yansıtamadığını bizzat gördük. “Nabza göre şerbet vermek nasıl olur?” diye sorana, “Shulem Shtisel’e bakın anlarsınız” diyebildik.
Bana sorarsınız bu üç film-dizi de aslında en temel insanı duyguları, sevmeyi, hayal etmeyi, “olmaz el âlem ne der”i, ailede büyükanne ve büyükbabaların önemini, din veya ırk gözetmeden bizlere çok güzel bir şekilde gösterdi.