Korona virüsü çoktandır vardı, ancak dünyaya yayılması için 2020’ye kadar beklenmesi gerekti. Fakat merak ettiğiniz gerçeği açıklamadan önce filmi geriye, II. Dünya Savaşı’nın sonlarına sarmamız gerekiyor. Savaşın yarattığı yıkım korkunç olmuştu. Dünya hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktı. (Bu klişeye bayılıyorum!) “İnsanlar artık büyük sermaye için çalışmak zorundaydı. Sermaye ise insan sevmezdi. Marx sermayenin insanı üreme organına indirgediğini söylemişti. İnsanlar kendilerini tatmin ettikleri inancıyla kendi kendilerini sömürmeye başlamışlardı. Ama herkes gerçekte birer hizmetçiydi. Kafka, öz-sömürünün paradoksal mantığına dikkat çekmek için şöyle demişti: “Hayvan, kırbacı efendinin elinden çekip alır ve efendi olmak için kendini kırbaçlar.” Neoliberal rejimde insanlar böylesine saçma bir durumdaydı. İnsanlık, özgürlüğünü geri kazanmalıydı”[1], ama nasıl?
Bu sorunun cevabını arayan bazı bilim adamları 1945 yılında İngiltere’de, Pichfield adındaki bir çiftlikte toplanarak muazzam bir beyin fırtınası estirmiş. Yapılan SWAP analizi sonrasında şöyle bir sonuç bildirgesine imza atmışlar:
“Bütün insanlar eşittir, fakat bazı insanlar diğerlerinden daha eşittir. Bu olgu doğaldır ve değiştirilemez. Dünyanın kaderi bu dengenin korunmasına bağlıdır. Bu dengeyi tehdit eden en tehlikeli zümre ise açgözlü burjuvazi sınıfıdır. Bu sınıfın günahları çoktur. Tek inançları maddiyattır. Tüketmek için yaşarlar. Bencildirler. Rahata aşırı düşkündürler. Bu uğurda doğaya zarar vermekten çekinmezler. Gezegenimizin iyiliği için burjuva sınıfı 50 yıl içinde yok edilmelidir.”
Toplantıya katılanları merak ediyorsanız, size birkaçını sayayım, bazı isimler tanıdık gelebilir: Toplumbilimci Profesör Leon T. Snowball, iletişim uzmanı Profesör Squealer, Baron Von Frederick, konferansın finansörü Mr. Whymper, Profesör Pilkington, Profesör Jones ve toplumsal-güdüm uzmanı Napolyon JS. Bonapart...
Bu toplantının ardından planın uygulanmasına geçilir. 1995 yılına gelindiğinde gerekli altyapı hazırdır; internet yaygınlaşmış, sosyal ağlar kurulmuştur. Bilgisayarlar hemen bütün evlere girmiş, akıllı telefonların devri başlamıştır. Bundan böyle insanlar alışverişlerini internet üzerinden yapacaklardır. Aynı şekilde, kablolu ağlar sayesinde artık konser, tiyatro, sinema gibi sanatsal etkinliklerle spor gösterileri evden izlenir olmuştur. Müzeler bile bu yöntemle gezilebildiğinden seyahat ihtiyacı büyük ölçüde azalmıştır. Ayrıca internet bankacılığı sayesinde bankalar yeni şubeler açmak zorunda kalmayacak, aksine var olan şubelerini kapatacaklardır. Bu sayede emlak rantı düşecek, betona yatırım yapmak burjuvazi için cazip olmaktan çıkacaktır. İnsanlar AVM’lerde aradıkları her şeyi bulacaklarından dışarıda dolanmayacaklar, çevreye zarar veremeyeceklerdir. Küçük işletmeler kapanacak, burjuvazinin temel direği esnaf yok olacaktır. Dev şirketler ise üretime hız verecekler, artan işgücü ihtiyaçlarını artık işsiz bir zümre olan burjuva sınıfından karşılayacaklardır. Böylelikle dünyada sadece iki sınıf kalacaktır: Çoğunluğu oluşturan eşit yoksullar ile azınlık zenginler... Yani daha eşit olanlar.
Ne var ki burjuvaziyi alt etmek sanıldığı kadar kolay değildi. Özellikle belirli bir yaşın üzerindekiler için teknoloji sorun olmayı sürdürüyordu. Bu kesim internet bankacılığına bir türlü adapte olmuyor, gündelik ihtiyacını semt pazarları ve mahalle bakkallarından edinmeyi sürdürüyordu. Üstelik insanoğlu tatil için seyahat alışkanlığından da bir türlü vazgeçmiyordu. Bunun üzerine 1996 yılında Amerika’da düzenlenen yeni bir toplantı sonucunda özel bir ekip oluşturuldu. Terry Gilliam’ın yönettiği operasyonun başını Dr. Leland P. Frost çekti. Ekipte, Dr. Owen Fletcher, Dr. David M. Peters, mikrobiyolog Bill Raymond, zoolog Simon Jones, botanikçi H. Michael Walls, jeolog Bob Adrian ve astrofizikçi Carol Florence gibi her biri kendi konularında uzman isimler vardı. Bu ekibin görevi yeni bir virüs tasarlamaktı! Bu virüs sayesinde, şimdiye dek kahramanca direnenler artık internet bankacılığı ve online alışveriş sistemine ayak uyduracak ve çaresizlikle eve kapanacaktı.
Bu çalışmaların meyve vermesi için aradan tam 20 yıl geçmesi gerekti. 2016 yılına gelindiğinde, Philadelphia’daki gizli bir laboratuvarda hayvanat bahçesinden temin edilen “12 Maymun” üzerinde denenen virüs artık insanlığın hizmetindeydi. COVID-19, Dr. Peters’ın çantasındaki cam tüplere özenle yerleştirildikten sonra, geçtiğimiz yıl dünya yolculuğuna başladı. Gerisini zaten biliyorsunuz...
Bütün bunları benim nereden öğrenmiş olduğumu merak ediyorsanız hemen açıklayayım. Hani iki ay önceki yazımda penceremin önündeki ağaca yuva yapan karga çiftinden söz etmiştim ya, işte o aile genişledi, iki yavruları oldu. Arada aileyle samimiyeti ilerlettik. Pencere önüne bebe bisküvisi bırakıyorum, babaları gelip alıyor. Arada biraz sohbet ediyoruz. Geçen gün bütün bunları anlattı. Oldukça inandırıcıydı ama kaynağını açıklayınca içime bir kuşku düşmedi değil. Sözde bu bilgileri İngiltere’de yaşayan güvenilir bir akrabasından edinmiş. “Sakın bu akraban George Orwell’in Hayvanlar Çiftliği’ndeki kuzgun Moses olmasın?” diye sordum. “Ta kendisi!” dedi ve daldan dala sıçrayarak uzaklaştı...