Günlerden pazar. Hava sıcak mı sıcak. Dışarısı otuz derece, evin içi de hamam. Tek cephe olan binayı güneş öğlen saat ikiden, akşam yediye kadar ziyaret ediyor. Gelen ısı, gece boyunca kendini hissettiriyor.
Kısa dönem askerlik gibi, haftada yarım gün sokağa çıkma iznimiz var. Hiç kımıldayasım yok.
Koltukta ayaklarını uzatıp, on beş-yirmi dakika ‘siesta’ (şekerleme) yapıp ardından dinç kalkan kişileri hiç anlayamazdım. Oysa pandemi döneminde edindiğim yeni alışkanlıklara ‘siesta’ da eklendi.
Elimde gazete uyuyakalmışım. Kısa ama o kadar derin bir uykuydu ki rüya bile gördüm. Rüyamda, kendimi bir sinema salonunda buldum. Klimanın serinliği iyi geliyordu. Sadece yedi - sekiz kişi izliyoruz. Önce reklamlar, ardından film. Tahta tablaya ‘tak tak’ vurup, ‘Alaska-frigo’ diye bağıran adamın sesiyle uyanıyorum. İlk yarı bitmiş bile.
***
Şuuraltı bambaşka bir olay; konunun derinliğine inmeyeceğim elbette. Korona günleri insanların yaratıcı yönlerinin ortaya çıkmasında vesile oldu. Farklı bir platformda arkadaşım Raşel Muaraf çocukluk anılarını kaleme aldı. Konu, bir dönem jurneye (evlere dikiş dikmeye) gelen kuzinderalardı (terziler). Yazı o kadar beğenildi ki onun ardından birçok kişi deneyimlerini yazmaya başladı. Birden ‘altmış beş’likler için rutin hayat renklendi. Artık yok olan bu meslek/zanaat hakkında her biri keyifle okunan bu yazıların derlenip bir araya getirilmesi bir dizinin başlangıcı olabilir.
***
Filmin ikinci yarısı…
‘Kuzindera’ öyküleri, hafızama o denli yerleşmiş ki, bir anda Rula’nın dikiş makinesinden gelen ‘tıkır tıkır’ sesler kulağımda çınladı. Rula evlenip Atina’ya gidince, Madam Astğik onun yerini aldı. Terzinin geleceği gün kadar, öncesinde yapılan hazırlıklar da önemliydi. İlk düşünülmesi gereken öğlen menüsüydü. Hem M. Astğik’in sevdiği, hem de aynı zamanda hazmı kolay yemekler seçilirdi ki, sonrasında ağırlık yapıp işler yavaşlamasın.
Oturma odasında yere mutlaka eski bir çarşaf serilirdi. Böylece döküntülerin toplanması kolaylaşırdı. Madam Astğik, sabah kahvesini içtikten sonra beraberinde getirdiği makası çıkarır, mezurayla kumaşları ölçmeye başlardı. O gün mutlaka anneannem, ablası Tante Sol ve öğlenden sonra ‘sözde’ yardım etmeye uğrayan bir arkadaş ekibi gelirdi. Benim için en eğlenceli kısım, eksik gelen iplikleri tuhafiyeciden gidip almaktı. En sıkıcı yanı ise ayna karşısında bitip tükenmeyen provalardı. Arada bir yanlışlıkla batırdığı iğneleri M. Astğik, “Ah bitince görenler çok beğenecek” deyip geçiştirirdi. Vakit kaybetmekten haz almayan anneannem, “Boş boş oturma, fofilleri (teyel) sök” diyerek elime bir etek tutuştururdu.
Gutede (beş çayı) mutlaka annemin marbre keki ile ‘baton sale’ olurdu. Saatin ilerlediği fark edilince, herkes hızlanmaya başlardı. Zira babam gelmeden odanın toparlanıp, eski haline getirilmesi gerekirdi.
Son derece titiz olan Madam Astğik, “Elbiseyi gösteren ütüsüdür” der, içine sinene kadar ütüyü bir ileri bir geri gezdirirdi. Ardından askıya asar, “Pek güzel oldu, elime sağlık, güle güle giyesin” sözleriyle gün sona ererdi.
Madam Astğik zamanla ailenin bir ferdi gibi oldu. Çalışmayı bıraktıktan sonra da annemle ara ara ziyaretine gittik.
***
Zoom kimi için kolay, kimi için de henüz tam uygulayamadığı bir sistem. Öyle ki toplantı sırasında diğer katılımcıların sizin ne yaptığınızı gördüklerinin farkında değiller. Örneğin bir ‘meldado’ için sinagoga giderken atlet, tişört değil de gömlek giyiyor, o sırada çekirdek çıtlatmıyorsanız Zoom’a katıldığınızda da aynı etik değerler geçerli.
Konuyla ilgili Şeli Gaon’un Judeo-Espanyol sayfasında ‘Mis penseryas sovre el komporto de las persones’ başlıklı yazısını zorlanarak da olsa okumaya çalışın.
Sağlıkla kalın.