İLHAK (1)

“Vatanıma bağlılığım onun evrensel hukuk ve adalet ilkelerine bağlılığı ile orantılıdır” Camus.

Metin SARFATİ Köşe Yazısı
17 Haziran 2020 Çarşamba

Dinsel-politik Siyonizm, Hristiyan Siyonizm ile buluştuğunda

Karmaşık bir labirenttir insan ruhu. Teolojinin önermelerini kabul ederken aklın yol göstericiliğine de aynı anda yer bulabilecektir bilinmez olanı anlamak için.  Kurtuluşa doğru pupa yelken yol açtığında Kolomb bir elinde kendisine ödünç verilen dinselin büyülü asasını diğerinde karmaşık matematiksel-kozmolojik hesaplamalarını yaptığı defterini ve pusulasını taşımayacak mıdır? Spinoza da “Traité Théologico Politique” ‘inde önce anlaşılmaz gelecek satırlarının arasında insan ruhundaki bu düaliteye dikkat çekecektir; kitapta söylenenlerin doğruluğuna inanmak inançsa, onlara itaat etmek de sofuluktur diyecektir filozof. İrrasyonel olan akıldışı ve karanlıkların içinde kalan, sırrını vermeyecek ama yine de aklın aydınlattığı mekânda sağlam bir yer bulacaktır kendine. Nihayet diye tamamlayacaktır filozof “teoloji ve felsefe hakikati ayrı düzeylerde ve alanlarda arayan birbirinden farklı iki disiplindir.”

 

***

 

Yine de Descartes’lı, Diderot’lu modern zamanlarda aklın ağırlıklı önderliğinde dört yüz yıldır yol alınmış olunduğu bilindiğinde şaşkına çevirebilecektir insanı bu düalitenin kimi tezahürleri.

 

Mesela George Washington, Benjamin Franklin’in gök kubbenin yer üstündeki elçisinin ismi ile anılmaları hayretini arttırmayacak mıdır sıradan bir dünyalının?  

İbranilerin Mısır çıkışının dinsel önderi Musa’nın ismi ile anılacaktır Washington da Franklin’de. Rasyonel ve akıl dışının o tarihten bu yana birlikte öreceği süreç bugün “dünyanın en ileri toplumunun” sosyal psikolojisinin katmanlarından birini oluşturacaktır. Kolomb’un ilk seyahatindeki gemide İspanya’daki büyük ve insafsız kıyımdan, sürgünden kaçmış Yahudilerin varlığı ve onların yeni dünyanın kuruluşundaki öncü konumları bilindiğinde doğal karşılanabilecektir bu oluşum. Buna eklenmesi şart olanlar da anlaşılabilecektir; büyük İbrani kültürü eski dünyada yahudi-hristiyan uygarlığın temel bileşenlerinden birini oluşturduğu gibi yeni dünyanın düşünce yapısının biçimlenmesinde de kaçınılmaz olarak, dili, kültürü ve politik süreçleri ile derinliğine ve genişlemesine etkili olacaktır.   

 

Amerikan toplumunun önderleri İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşlarının haklılığını, İncil’in ama mutlaka Tevrat’ın kutsal karakterlerinin eylemlerinden alıntılarla vurgulayacaklardır. Musa’nın Firavuna yaptıklarının aynısını onlar da İngiliz valisine reva görecekler ve ordusunu Kızıldeniz’de olanlardan aşağı kalmayan bir şiddetle yok edeceklerdir. Kral Davut harpı ve kılıcı ile Amerika’nın kuruluşunun simgesi olacaktır. 

 

Kutsal toprakların nerede ise bir yenisi olacaktır Amerika.

 

Nihayet evanjelik kiliseler tabii ki Daniel’den ve St. Jean’dan esinlenerek büyük bir yok oluş sonrasında yeniden dirilişin şarkılarını İbrani ezgilerinden besteleyeceklerdir.

 

***

 

Hayret daha da yoğunlaşabilecektir aklını biraz olsun tutsaklıktan kurtarmaya niyeti olanlar için. Çünkü bugün Amerikan toplumunun yaklaşık beşte birini oluşturan bu kilisenin sofuları, bir yandan rasyonaliteyi kutsayıp, onun eseri olan iktisat toplumunun bütün nimetlerini tadarlarken diğer yandan da mitolojinin bilinmezliğini ABD’ nin politikalarına temel bir aks yapmaya çalışacaklardır.

 

 

 

 

İsrail’e olan aşırı desteklerinin nedeni Daniel veya St. Jean’ın getirdikleri haberlere olan inançları olacaktır sanki; İsrail ve Filistin onlar için premesianik vaatlerin toprağıdır. Tevrat ve İncil’de mahşer anlatıları sayısızdır. Ağlama duvarlarının üzerinde yeni baştan efsanevi Süleyman mabedi inşa edilmelidir. Bir an evvel yapılmalıdır bu. Ölüleri ve yaşayanları ile bu tarafta ve öte tarafta beklenen budur. Buna hizmet Tanrı gözünde itibar kazanmaktır. Armageddon (2) o zaman gelecektir. ”Hristiyan Siyonistler” ebediyetin anahtarını ellerinde tutmaktadırlar.

 

Söylem tüyler ürperticidir; zamanların sonu inançlı sofuyu hizmete çağırmaktadır.

 

Spinoza biliyordu; “öte tarafı aydınlatmak için insanlara akıl yolunu boşuna göstereceksiniz” diyordu ta Den Haag’daki dar merdivenli evinden.

 

Ve buz yağıyordu yine önünden akıp geçen kirli sulara 

 

***

 

Güneşli ve dehşetli salgın günlerinden birinde rasyonalizmin toplumunun başkanının elindeki kitapta Daniel ile St. Jean bile hayretle bakacaklardı dünyaya; onların adına konuşan sarı saçlı adam aklın zamanlarında hala diyebilecekti; ”Yer üzerinin sahibi olarak ben onların ve şimdi torunlarının yaşadığı toprakları kime istersem veririm.”

 

Papalığın orta çağ savaşçılarını andırıyordu modern şövalye. Arkasındaki inançlı sofu alkışlayacaktı sevinçle aklını mitolojinin dipsiz kuyularında ihtirasının tutsaklığına terk edeni. İnançlı ve sofu Yahudi de Hristiyanlıkla temel çelişkisini unutmuş olacak mıydı? Mitolojinin sarhoş edici uğultularına o zaten kendini çoktan bırakmıştı. Şimdi de sarı saçlı modern cengâver tapusunu elinde tuttuğu dünya ile kendi seçmenini de kutsalın halkını da sevince boğacaktı.

Sonsuz un sözlerini yerine getirmeyi o üstlenmişti.

Mitolojinin planı 

Mitolojinin uygarlıktaki yeri ve anlamı göz önünde tutularak denebilecektir ki, neden olabileceği şiddetin akılla, bu durumda hukukla ilişkisini kurmak çoğunlukla mümkün değildir.

 

Muhafazakarlığın siyasi tarihi, mitolojinin ayrıştırılması çok zor sesleri ve gizem dolu çığlıkları ile örülüdür. Tarihini mitolojilerinin yazdığı Orta Doğu topraklarında bugün belirleyici olan genel olarak akıl dışılıkta büyüyen gösteriş ve güçtür. Söylenenler bu toprakların halklarının tümü için geçerlidir.

 

Yahudiliğin buradaki serüveninin bugüne ait bölümü de bu tezle uyum içinde olacaktır. Kendisine ait olduğunu iddia ettiği Kenaan topraklarında kök salma istek ve girişimleri önceleri meşruiyetini evrensel hukukun kaynaklarında bulacak fakat bugün gelinen muhafazakarlığın zirvesinde, aynı hak mitolojisinin bilinmez gizeminde aranacaktır.

 

Kuşkusuz başka nedenlerle birlikte komşusuz ve yalnız kaldığında “büyük ve güçlü “olma yanılsamasına iyiden iyiye terk edecektir kendini. Nihayet özgürleşebilme kapılarını kendine açacak yolun dahi güçlü olmaktan geçtiği sofu bir inanca dönüşecektir. ”Orduların efendisi olan Tanrının” kendi yanında olduğu tezine kutsalı referans gösterecek, elinde kitabı sallayan “sarışın devlet adamı ile“ yolu kesişecektir böylece.

 

Yol mitolojinin, yol tutuculuğun yoludur.

 

 

Muhafazakâr Yahudilik dünya Yahudiliğinin çok zengin alternatif düşün kaynaklarına sisler içindeki Sion tepelerini tercih etmek üzeredir artık. Öylesine ki Hristiyan Siyonizmin irrasyonel tek boyutlu yorumlarını çok alternatifli Siyonizm yorumlarına bile tercih etmeye hazırdır.

 

Evrene bakışın tek penceresi dar ufuklu bir Siyon yorumu olduğunda muhafazakâr İsrailli politikacı dünya tarafından imrenilir olmayı bir hayale bağlamak isteyecektir. Sonsuz güç arayışı tıpkı Smith’in sonsuz zenginlik arayışı gibi illüzyonla beslenen ufuksuz bir yol olacaktır.

 

Halbuki önceleri varlığını Buber’in dediği gibi bu toprakların üzerinde doğruluk ve adalet içinde bir yaşam örneği oluşturarak var etmeye adamıştı kendisini. Ve buraya dönüşün misyonu da bu olmalıydı zaten. Adamış olmalıydı kendini binlerce yılın bilgeliği ile bu yola.

 

Halbuki bugün tutuculaşan siyaset ve toplumla İsrail Yahudiliği iyi ve adil bir yaşam oluşturup mesela Kudüs’ü de derinliğine bir anlamla yüklü bir dünya halkları kapısı yapma hayaline veda etmeye hazırlanıyor gibidir. 

 

Komşu, muhafazakâr ve mağrur bir algı ile ötekileştirilerek aşağılanmaya çalışıldığında dünya Yahudiliğinin bilincini kavrayabilen herkesin dudaklarına hüzünlü ve acı bir tebessüm yayılacaktır.

 

Spinoza yine uyarmış olacaktı. Nefret eden önce kendinden nefret edendir diye. Ama mitolojik muhafazakarlık karşı tarafın kendi kaderini tayin hakkını bile Nazilerin manevralarına benzetip şeytanlaştıracaktı. Berlin’in Südetlerin hakkını ileri sürüp Prag’a doğru tankları ile yola çıkmasına benzetecekti toprağında yaşamak isteyenlerin taleplerini. Aşağılamak nefretle beraber gelişendir.

 

Yalnızlık içinde çürüyen bir halkın çığlıklarına kulak tıkamak, yok oluşuna göz yummak Yahudilik gibi büyük halkın kaderi olmamalıydı.

 

Toprağında oturmak isteyenleri önlemek için güçlü bir ordu gerekiyor önermesine kıstırmamalıydı kendini bu büyük kültür. Büyüklük ihtirasına, zenginleşme esrikliğine bırakmamalıydı kendini coşku içinde. 

Aşağılamamak, nefret etmemek, anlamak

Varlık hakikati anlamadığı sürece varlığının anlamını bilmeyecektir. O zaman hakikati güçlü ve zengin olmaya, hayale indirgeyecektir. Çetrefillidir yolları hakikatin. Herkesin kendine göre aramaya hakkı vardır ve aramalıdır. O zaman herkesin kendi toprağında köklenmesi meşrudur. Bu isteği var olmasının koşuludur.

 

Tutucu olanın bunu anlaması Spinoza’nın dediği gibi zordur. Anlamak istemeyecektir çünkü. Halbuki varlık bu hakka var olduğu andan itibaren sahiptir.

 

Yahudi’den tarih boyu esirgeneni esirgemeyecektir o da.

 

***

 

Sevgi çağı bitti artık güçlü olalım. Sevgi arama doğruluk arama zayıflattı bizi. Mitolojik muhafazakarlığın siyasal arenadaki bu söylemine karşılık Buber şöyle demiyor muydu? ”Bunu dile getiren güruha karşı söyleyeceğim şudur; tarih boyunca karşılaştığımız tüm asimilasyonizmlerin en tehlikelisidir milliyetçi asimilasyonizm.”

 

Nefretin tadını bilen nefret etmeyecektir, her dönemde aşağılanan bunun acısı ile büyüyen aşağılamayacaktır kimseyi.

 

Bu coğrafyaya iki bin yıl sonra geri gelen, emperyal yabancı bir güç gibi değil, oranın en eskilerinden biri olarak, onlardan biri olarak var olmayı kabul ederek, mitolojilerin dışında eşitlik içinde paylaşmaya hazır olarak gelmelidir; bu ancak aklın ışığında mümkün olabilecektir.

 

 

(1)    Bu ay Spinoza yazı dizisine çok önemli gördüğümüz bir gelişmeden dolayı ara verdik.

(2)    Armageddon: Dini kaynaklarda Dünya'nın sonu geldiğinde yapılacağı kehanet edilen büyük Kıyamet savaşının adıdır.