Şaşırdım mı? Hayır!

Dört Avrupa ülkesi, bu yıl korona virüsü aşısı geliştirilebilmesi ve bu aşıdan 400 milyon doz üretilebilmesi için İngiltere merkezli ilaç şirketi AstraZeneca´yla anlaşma imzaladı. 500 milyonluk nüfusuyla dünyanın ikinci demokrasisi olan birleşik Avrupa’nın tarihi son derece vahim salgınlarla dolu yani beşeri hafızası bu salgınlardan milyonlarca insanın ölümünü hiç unutmadı.

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
17 Haziran 2020 Çarşamba

Dört Avrupa ülkesi, bu yıl korona virüsü aşısı geliştirilebilmesi ve bu aşıdan 400 milyon doz üretilebilmesi için İngiltere merkezli ilaç şirketi AstraZeneca'yla anlaşma imzaladı. 500 milyonluk nüfusuyla dünyanın ikinci demokrasisi olan birleşik Avrupa’nın tarihi son derece vahim salgınlarla dolu yani beşeri hafızası bu salgınlardan milyonlarca insanın ölümünü hiç unutmadı. Öte yandan ABD’nin saçmalıklarıyla insanı çıldırtan başkanı Donald Trump, "Aşı için para veriyorsam öncelik Amerika'nın olur" deyince Fransız Sanofi firması da ABD'ye öncelik vereceğini açıkladı.

Ama gözden kaçırdığımız ya da herkesin kişisel olarak can derdine düşerek, aşırı bencilleştiği, evdeki çoluk çocuğundan bile acaba taşıyıcı mı değil mi diye şüphelendiği şu acayip günlerde aklımızdan çıkarmamız gereken en önemli şey ‘bütünün faydası’ olmalıydı. Yani demem o ki Avrupalılar ya da ABD’liler kendilerini kurtarsalar bile acaba bu gerçek bir ‘kurtuluş’ sayılacak mı? Yoksa Avrupa kıtasının vatandaşları ya da ABD’liler kendilerini dünyanın tamamından soyutlamayı mı düşünüyor? 

BBC’den aldığım habere göre, Almanya, Fransa, İtalya ve Hollanda anlaşmayla Avrupa Birliği (AB) üyesi tüm ülkelerin vatandaşlarına aşı yapılmasını güvence altına almak istiyor. Avrupa'nın aşı konusunda diğer ülkelerin gerisinde olduğunu söyleyen Almanya Sağlık Bakanı Jens Spahn, yaptıkları anlaşmanın tüm AB vatandaşlarının çıkarına olduğunu söyledi. AstraZeneca CEO'su Pascal Soriot ise, "Avrupa'daki mevcut tedarik zincirimiz nedeniyle üretime kısa sürede geçmeyi ve aşıyı süratle ve yaygın biçimde üretmeyi umuyoruz" dedi. Çok iyi dedi de bizler ne olacağız? İnsanları ırk, dil, din filan diye ayırt etmeyen virüslerle şimdilik sadece parayı verenin düdüğü çaldığı görülen bu durumda, dünyanın geri kalanı nasıl başa çıkacak? Dünya Sağlık Örgütü ‘herkes için olmalı’ gibi açıklamalar yapsa da bir salgın hastalığın tedavisinde dünyanın, dinlerin, ırkların anlaşamadıklarını tarih bize binlerce kayıtla gösteriyor. Ne tuhaf değil mi, salgınlar, ölümler, bunca felaket bile insanlığın içindeki kötülüğü, bencilliği, iktidar savaşlarını düzeltemiyor. İktidar savaşlarının bununla ne ilgisi var dediğinizi duyar gibiyim. Şöyle ki yazılarımda sıkça söz ettiğim 19.yüzyılın başından beri tüm padişahlarıyla yenilenmeye, yenileşmeye ve bu uğurda merkezileşmeye çalışan Osmanlı İmparatorluğunda kurgulanmaya çalışılan sağlık kurumları bu yüzyılın zaten bozulmuş ve yorulmuş olan ulema zümresinin tepkilerini çekmiş ve yapılmaya çalışılan düzenlemelerin kadük kalmasına neden olmuştu. Geleneksele bağlı yaşayan halkın üzerindeki etkisini kaybetmemek için yok olmasına göz yumulan insanlar… Sadece parayı veren Avrupalılar için üretilen aşılar… Tuhaf değil mi? İnsanlar ölmüş… Ne gam… 

1814’te Epir’in Müslüman kasabası Filad’daki veba salgınında Fransız Konsolosu Pouqueville’in dönemin bazı sahte ulemaları için yazdıkları şöyledir: Ben sadece az masraflı bir karantinanın kurulmasını istemekteyken, insanların çektiği acıları her zaman Allah’a dayandıran bu sağduyusuz insanlardan biri konuşmamın ortasında şöyle haykırdı: “Kardeşlerim! Bu Hristiyan’ı dinlemeyiniz! Bize yeni adetler gerekli değildir, bırakın Frenkleri ne isterlerse yapsınlar. Biz, atalarımızın geleneklerini ve dinimizin prensiplerini koruyalım! Taun ezelden beri dünyada olup bitene karar veren Allah’tandır ve bunu engellemek insanın kısmetine karşı gelmektir. Kardeşlerim taun (veba) nedir? Cennetin yıkılan üç yüz altmış kapısından biridir ve her birimiz onu kaldırmak, onarmak için acele etmeliyiz. İşte yapılması gereken zor zamanda kendini göstermektir, yoksa Frenkler gibi karantinanın demirleri arkasına sığınmak değil. Zaten veba gelecekse gelir, kaderdir. Fakat bana öyle geliyor ki hiçbir şey olmayacak!” Derviş bunları söylerken hiddetinden kıvılcımlar saçan gözlerini fıldır fıldır oynattı. Dinleyenler konuşmasını alkışladılar ve ben kapı dışarı edildim. Müslümanların güven duygusunu iki kat arttıran bu konuşmadan sonra, salgın Filad’a girdi. Hastaların yardımına koşarak, ölüleri yıkayarak alelacele cennetin kapılarını onarmaya giriştiler ve bir hafta bile dolmadan salgın şehrin bütün mahallelerine yayıldı[1].

Şükürler olsun bugünün dünyasında hiç değilse tüm dinler insanlığın böylesi bir felaketten ilaçlarla ya da aşılarla ya da uygulanan doğru sağlık politikalarıyla kurtulması gerektiğine, tedavi edileceğine inanıyor. Ancak hâlâ insanoğlunun içindeki hırsın, bencilliğin, gemisini kurtaran kaptan takıntısının, güç savaşlarının bitmediğini görmek beni üzüyor. Öyle bir dönemki bu; gerçek bir sınav, gerçek bir iman ve gerçek bir birimiz hepimiz; hepimiz birimiz için dönemi. Ama insanlık bu sınavı geçebilecek mi? Maalesef çok ama çok ama çok büyük şüphelerim var. 

 

 

 

 

 



[1] NIL ISIS 18. ve 19. Yüzyıllarda Osmanlı’da Salgın Hastalıklar ve Sağlık Politikları Üzerine Değerlendirmeler, s. 4.