ABD vatandaşı Afrikalı Amerikalı George Floyd’un polis şiddeti sonucu öldürülmesiyle başlayan ırkçılık karşıtı gösterilerin Belçika’daki hedefi haline dönüşen Kral 2. Leopold’un Gent şehrindeki heykeli, Kongo’nun bağımsızlık günü olan 30 Haziran’da kaldırılıyor. Bu da nereden çıktı, kim bu Leopold dediğinizi duyar gibiyim. Kendi özel mülkü olan Kongo’da, çoğu çocuk 6 milyondan fazla insanın öldürülmesinden sorumlu olan 2. Leopold, Belçika’da sömürge politikalarının temelini atan kişi. Belçika’da 1865 - 1909 yılları arasında 44 yıl aralıksız hüküm süren Kral 2. Leopold, ABD’de başlayıp, dünyayı saran ırkçılık karşıtı gösteriler sırasında en fazla tartışılan tarihi kişiliklerden biri oldu.
Tarihçi Eric Hobsbawm’a göre 1880-1914 arasında Avrupa ve Amerika’nın dışındaki dünyanın çoğu resmi ya da gayri resmi olarak bir avuç devletin egemenliği altına girdi. Büyük Britanya, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika, Amerika ve Japonya tarafından maddi amaçlar uğruna dünyanın iki önemli bölgesi tamamıyla bölüşüldü: Afrika ve Pasifik. 1876-1915 arasındaki dönemde dünya toprak yüzeyinin dörtte biri, bir düzine devlet arasında bölüşüldü veya yeniden bölüşüldü. İngiltere topraklarını 4 milyon milkare, Fransa 3,5, Almanya 1 milyondan fazla, Belçika ve İtalya’nın her biri 1’er milyondan biraz az artırdı.
Sömürgeciliğin, sonrasında kapitalizmin, sonrasında neo-liberalizmin ağababaları, öncüleri sayılan bu canavarların başında ise Belçika Kralı Leopold gelir. Bin tane örnek verilebilir ama mesela şimdilerde heykeli yerden yere vurulan insanlığın utancı Belçika Kralı Leopold, 1880’lerde Kongo’yu fethederken muazzam miktarlarda fildişi ve kauçuk üretmek için insanları köleleştirmiş ve zorla çalıştırmıştı. Dünya kauçuk talebi artarken lastik, hortum, elektrik kablosu, boru için yağmur ormanları boyunca dağınık çalışan işçiler disiplinli işgücü sağlamak adına katledilmişti. Özel mülkü olan Batı Afrika ülkesi Kongo’daki fildişi ve kauçuk ticareti sırasında bir terör saltanatı kuran 2. Leopold, yerel halkı köle olarak çalıştırdı. Acımasız koşullarda çalıştırılan halk, kaçırma, tecavüz, el ve başlarının kesilmesi gibi davranışlara karşı karşıya kaldı. Mesela subaylarından birisi şöyle diyordu: “Amacım nihayetinde insancıldır, yüz kişiyi öldürdüm ama böylece 500 kişinin yaşaması mümkün oldu.” Bu şekilde Belçika kontrolündeki Afrika’da milyonlarca insan öldürüldü. Ama Belçika, Fransa ve İngiltere liderlerinin vicdanları rahattı. Beyazın üstünlüğü doktriniyle dolu olan bu liderler için, devletlerini ve meşruiyetlerini kan göllerinin içinde yaratmak rahatsız etmiyordu. Örneğin I. Dünya Savaşı’ndan sonra Milletler Cemiyetinin sözleşmesini tartışırlarken Japonya’nın ırk eşitliğine dayalı bir madde eklemek istemesi üzerine ABD Başkanı Wodrow Wilson şiddetle karşı çıktı. Onu Britanya Dışişleri Bakanı Arthur Balfour da destekledi. Şöyle ki, “Bütün insanlar eşit yaratıldı” ilkesinin, Orta Afrika’daki bir insanın bir Avrupalıyla eşit yaratıldığı anlamına gelmeyeceğini, belirli bir ulusun içinde insanların eşit olduğu anlamına geleceğini söylemişti.
16. yüzyıldan beri yapılan dünya haritalarında istisnalar hariç Avrupa kıtası üst ve orta kısmında konumlandırılmakta ve ‘Avrupa merkezli’ bir dünya algısı yerleşmektedir. Diğer taraftan kuzey yarımkürede yer alan ülkeler; kuzey kutup noktasına yakın olmaları oranında gerçekte kapladıklarından daha fazla alan ile tasvir edilmekte ve dolayısıyla ‘kuzey merkezli’ bir dünya algısı yerleşmektedir. Avrupa merkezli ve kuzey merkezli dünya sunumu küreselleşmenin yarattığı eşitsizlikleri ve onun hakim aktörünün kim olduğunu haritalar vasıtasıyla gözler önüne serer. Bu anlamda, kullandığımız dünya haritalarının ülkeler arasındaki eşitsiz ilişkileri görsel hale getirdiğini ve dünya algımızda bu eşitsizliklerin ‘makul karşılanması gerektiği’ sonucunu doğurur. Ne olurdu mesela Asya merkezli haritalar yapabilseydik, ya da Ortadoğu merkezli ya da ne bileyim Uzakdoğu merkezli ya da Çin merkezli… Bu arada bu orta ya da uzak gibi kelimeler de tabii ki Avrupa’ya göre orta ya da uzak olmak anlamına geliyor. Dünya mesela Belçika Kralı Leopold gibi canilerin sırtında yükseliyor. Gücü gücü yetene, daha fazla katledene, daha fazla caniye, daha fazla parası olana, daha fazla acı çektirene dünya teslim olmuş durumda ve tüm insanlık da bu tip yaratıklar nedeniyle sağduyusunu yitirmiş, şaşkına dönmüş görünüyor. Bugünün dünyasında Belçika dediğimizde ilk akla gelen patates değil kimilerine göre. Mesela milyonlarca insanını ve Belçika’nın sömürüsüne karşı çıktığı için şaibeli bir biçimde babası katledilmiş Bağımsız Kongo’nun ilk başbakanı olan Patrice Lumumba’nın kızı Juliana bunlardan biri; “Heykelleri kaldırmak, tarihi değiştirmiyor” diyor. Kongo’nun ilk Başbakanı Lumumba, ülkenin kaynaklar açısından en zengin bölgesi olan Katanga’nın, Belçika’nın desteğiyle bağımsızlığını ilan etmesi üzerine ABD ve Birleşmiş Milletler’den (BM) destek istemişti. Ancak aradığı desteği bulamayan Patrice Lumumba, bu kez Sovyetler Birliği ile temasa geçince, General Joseph Mobutu’nun gerçekleştirdiği askeri darbe sonucu iktidardan uzaklaştırıldı. BM’ye sığınma talebi kabul edilmeyen Lumumba, uzun süre işkence gördü. Başkent Kinşasa’daki cezaevinden alınarak gizlice Katanga bölgesine götürülen eski başbakan, 17 Ocak 1961’de iki arkadaşıyla birlikte kurşuna dizildi. ABD hükümeti, 2002 yılında, Lumumba’nın, CIA tarafından sağlanan maddi, siyasi destek ve eğitim sonucu öldürüldüğüne ilişkin belgeleri açıkladı. Açıkladı da ne oldu? Gerçekler değişti mi, ölen milyonlarca insanın çektikleri acıların sorumluluğunu üstlenen oldu mu? Cevap, tabi ki hayır… O zaman bugünlerde haklarından çok söz edilen, dillerden düşmeyen z kuşağına hatta x ve y kuşaklarına ciddi anlamda iş düşüyor. O da malum dünya düzenine alternatifler getirmek. Kolay değil ama başlamaları şart görünüyor. İlk işleri pislikleri halının altına itmek gibi görünen heykelleri kaldırmak da olsa, bir yerinden başlamaları şart.