Modern Türk Hukukunun Temelinde Harcı Bulunan Bir Yahudi - Ord. Prof. Dr. Ernst Hirş

Metin BONFİL Köşe Yazısı
1 Temmuz 2020 Çarşamba

Bazı hukukçu üstatlardan onun isminden sitayişle bahsettiklerini duymuştum. Merakım galip geldi; Şalom okurları için Nazi Almanya’sında ‘Ari Irk’a mensup olmadığı gerekçesiyle yargıç veya avukat olarak çalışmasına izin verilmeyen ve 1933’te 30’a yakın Yahudi bilim insanı ile birlikte İstanbul Üniversitesinin yeniden yapılanması için Türkiye’ye göçen Prof. Dr. Ernst Edouard Hirsch ile ilgili küçük bir araştırma yaptım.

Tarihin enteresan bir kesişmesi o ki, yine 1933’te, Tanzimat’tan sonra eğitimde modernizasyon amacı ile kurulup Osmanlı’nın en önemli yüksek eğitim kurumu olarak hizmet veren Darülfünun-ı Şahane veya diğer ismi ile, Darülfünun-ı Osmanî kapatılıyor ve yerine modern Türkiye’nin o gün için ilk ve tek modern üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi kurulmakta idi. 

Atatürk Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren genç Türkiye’nin hedefini Batı medeniyetlerinin uygarlık seviyesi olarak koymuştu. Bu maksatla, Türk devleti başarılı öğrencilerini yurt dışına burslu olarak gönderiyor ve bunların eğitimlerini tamamlamalarından sonra yurda dönmelerini bekliyordu. Atatürk, çağdaş ve laik bir Türkiye’ye giden yolun toplumun tüm kesimlerini bilim, teknik ve akıl yolunda birleştirmekten geçtiğine inanıyordu.

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşat Gürel, Türkiye’nin Batı’daki Rönesans’a benzer bir aydınlanma hareketine ihtiyacı olduğunu düşünüyor idi. Ne var ki, Darülfünun bu reformist ihtiyaca cevap vermekten uzaktı. Gürel, Cenevre Üniversitesi Profesörü Albert Malche’den Darülfünun’un nasıl ıslah edilebileceğine dair objektif bir rapor istedi. Profesör Malche bilimsel bir çalışma sonucunda Türk hükümetine ayrıntılı raporunu sundu. 1932 senesinin haziran ayında sunulan bu raporda, Darülfünun’un Batı’daki standartların çok gerisinde kaldığı, yeterli akademik araştırma yapılmadığı, laboratuvarların ve deneylerin azlığı ve yönetim kademelerindeki insanların kişisel ihtiraslarının peşinde koşmakta olduğuna dair bulgular bulunuyor idi.

Türk hükümeti Malche’nin raporunu değerlendirirken, Nazilerden kaçan Yahudi bilim insanlarından oluşan ve aralarında Profesör Hirş’in de bulunduğu bir grup Cenevre’de ‘Yurt Dışındaki Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti’ni kurmakta idi. Bu derneğin başkanı tıp profesörü Philip Schwarz Türkiye’ye gelip meslektaşları için iş imkânlarını araştırıyordu.

İşte bu kesişmeden win-win bir sonuç doğdu. Bir yandan çok değerli Yahudi bilim insanları Nazi soykırımından uzak çalışma şansına sahip olacak, diğer yandan da Türkiye’nin en önemli yükseköğrenim müessesesi Batı’daki eğitim metotlarını uygulama şansını elde edecek idi. 

Henüz 31 yaşındaki Profesör Hirş’in 1933 Ekim’inde Türk hükümetinin resmi temsilcisi Prof. Malche tarafından gönderilen daveti kabul etmesi ve Amsterdam Üniversitesindeki yeni pozisyonundan vazgeçerek Türkiye’ye gelmesi böyle bir kesişme ile başlar. Anlaşmaya göre Hirş, beş yıllık kontrat süresinin ilk üç yılında Almanca kalan iki yılında ise Türkçe ders verecekti. Hirş, bununla kalmayıp Türkçeyi ana dili gibi öğrenecek ve 1943’te Türk vatandaşlığına geçecek idi. On sene İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Ticaret Hukuku ile Fikri ve Sınai Haklar alanlarında lisans ve doktora eğitimleri veren Hirş, ikinci on senesini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde geçirir ve Türk Ticaret Kanunu, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile Marka ve Patent Kanununun lafzının hazırlanmasında önemli rol üstlenir1. Bununla birlikte, İsviçre’den adapte edilen Medeni Kanun ile Ticaret Kanunu arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmak suretiyle Türk hukukunun altyapısına önemli katkı sağlar. “Kitaplığı olmayan üniversite, cephaneliği olmayan bir kışlaya benzer” söylemi ile, hiçbir karşılık beklemeden İÜHF’nin kütüphanesini ihya etmek için tüm öğrencileri ve asistanı ile birlikte bir kütüphaneci gibi çalışır.

Profesör Hirş’in hikâyesini bilen hukukçu üstatlar, Türkiye’de kaldığı 20 yıl boyunca genç Türkiye’nin Batılı anlamda bir hukuk düzenine sahip olmasında en önemli katkıları yapan hukukçulardan biri olarak halen kendisini ve yaptıklarını saygı ile anmaktalar. Hirş, Ticaret Hukuku, Borçlar Hukuku, Kooperatif Hukuku, Fikri ve Sınaî Haklar, Kıymetli Evrak Hukuku, Sigorta Hukuku ve Deniz Ticaret Hukuku konularında çok sayıda kitap ve makale yazmış, bunu yanı sıra Dünya Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişmesi (iki cilt), Pratik Hukukta Metod Kitabı ile Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi Dersleri kitapları ile genç hukukçuların yararlanabileceği çok önemli eserler bırakmıştır2.

Hirş, göreve başladıktan beş-on gün sonra Dolmabahçe Sarayındaki Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda hissettiklerini ‘Anılarım’  kitabında şöyle ifade eder: “Ve işte ben, kendi Alman vatanında Yahudi olduğu için hor görülen, aşağılık ırka mensup olduğu için işgal ettiği mevkilerden kovulan, evini yurdunu terk edip, yabancı ülkelere kaçmak zorunda bırakılan ben, ‘mülteci’ ben, dünyanın bir ucundaki Türkiye’de, nice billurlarla, mermerler, somaki taşı, paha biçilmez kakma işlerinin ihtişamıyla parıldayan, nice değerli mobilyayla, halıyla,  resimle süslü,  bir zamanların taht salonu olan bu mekânda, ülkenin ilk bin seçkininden sayılan, saygıdeğer bir Alman profesör sıfatıyla hazır bulunmaktaydım!3

Baroların dahi politize olmaya başladığı bu günlerde, Hirş gibi idealistlerin ne kadar değerli işler yaptıklarını hatıramıza bir kez daha kaydediyoruz.