Fransa’dan toplama kamplarına gönderilen 76 bine yakın Yahudi’den biridir. İsmi, anne, baba ve kardeşlerininkilerle birlikte Paris’teki Memorial de la Shoah’daki yerini alır… Yalnızca kendisi ile ablası Holokost’tan kurtulur. Fransa’nın önemli mimarlarından babası ile kimyager annesi ve iki kardeşi, kamplarda yitip giden milyonlar arasındadır.
Ailesinin doğumundan az önce yerleştiği Nice’te dünyaya gelir. Dindar olmayan bir aile ortamında büyür, serpilir. Babası, aileyi, 1940 Haziran’ında, Fransa’nın güneyinde kurulan Alman yanlısı Vichy rejiminin kendilerine dayattığı şartlara uyarak, Yahudi listesine kaydettirir. Hazırlanan bu listeler, daha sonra Fransız polisine ve Gestapo’ya, kontrolleri altında bulunan bölgeden, toplama kamplarına transferlerin organize edilmesinde kolaylık sağlayacaktır.
1944 yılının 30 Mart günü, 16 yaşında, lise bitirme sınavını verdikten iki gün sonra, Gestapo tarafından tüm ailesi ile birlikte tutuklanır. Yalnızca, Lyon’da direnişçilere katılan ablası Denise, kamplara gönderilmekten kurtulur. Denise, daha sonra yakalanacak ve savaş bitiminde yaşama döneceği Ravensbruck Kampına gönderilecektir…
Denise, direnişçi kimliği ile ‘savaş suçlusu’ olarak işlem görürken, ailenin kadınları, bir trenin üst üste istiflenmiş vagonlarının birinde, üç günlük zorlu bir seyahatten sonra 1944 yılının 13 Nisan’ında Auschwitz’e varırlar. Nazileri derinden sarsan Varşova Gettosu direnişinden bir sene sonrasıdır. Kadınların sürülmesinden bir ay sonra da, babası ile ağabeyi 73 sefer sayılı trenle, Fransa’dan Baltık ülkelerine doğru yollanırlar, yine istiflenmiş vagonlarda… Kendilerinden hiç haber alamayacaktır…
Kampa geldiklerinde kendi ile aynı yaşta olanlar gaz odalarına gönderilir. Bunu görür, yaşını gizler. Çalışma kampına gönderilir. Saçları kazılır. Bundan böyle adı 78651’dir. Bu sayıyı hayatının sonuna dek kolunda kazılı taşıyacaktır. “O andan itibaren hepimiz, etimize basılmış bir numaraydık. Kimliğimizi kaybetmemizle birlikte ezberlemek durumunda kaldığımız bir numara…” diye yazacaktır, yıllar sonra anılarında…
1945 başında Sovyet tanklarının kampa yaklaştığı duyulur. Annesi ve kız kardeşi ile kışın soğuğunda ‘ölüm yürüyüşüne’ zorlanan 60 bin tutsak arasındadırlar. Sovyet askerleri 27 Ocak 1945’te Auschwitz’e girdiklerinde, onlar çoktan oradan uzaklaştırılmışlardır. Birçokları yolda soğuktan ölür, birçokları dermansızlıktan yere düştükleri için SS’ler tarafından vurulurlar…
Bergen-Belsen’e varmayı başarırlar. Mutfakta çalışmaya başlar. Bu arada, annesi tifüsten ölür, kardeşi hastalanır. Müttefik ordusunun 15 Nisan’da kampa girmesi ile kardeşi ile birlikte kurtulur. Aynı ayın 30’unda, Hitler, Sovyet ateşi altındaki Berlin’deki bunkerinde, Göbbels Ailesi ve yeni evlendiği Eva Braun ile intihar edecektir…
Kamptan çıktığında 17 yaşındadır. Fransa’ya döner. Çökmüştür. Paris Üniversitesine girer, hukuk okur. 1946’da eşi Antoine ile evlenir. Birliktelikleri, Antoine’ın 2013’te vefat etmesine dek sürer. Üç oğlu olur…
Adalet Bakanlığında işe başlar ve Fransa’nın adını çok duyacağı bir kadın hakları savunucusu olur. Özellikle hapse düşmüş kadınların şartlarının iyileştirilmesi için çalışır. Cezayir Bağımsızlık Savaşı sırasında, taciz ve tecavüze maruz kalmış birçok kadının Fransa’ya getirilmesini organize eder… Onlara arka çıkar.
Daha sonra Valéry Giscard D’Estaing kabinesinde sağlık bakanı olarak görev alır. Kadınların kürtaj hakkı için amansız bir savaşa girişir. Erkek egemen parlamentoda 26 Kasım 1974’te yaptığı tarihi konuşmada “Her sene, bu ülkenin kadınlarının kanuna karşı gelmelerine, aşağılanmalarına neden olan, onları sakat bırakan, 300 bin kürtaja gözlerimizi kapatamayız…” diye seslenir.
Kendini büyük kavgaların odağında bulur. Özellikle içinde bulunduğu merkez sağ koalisyon önerdiği kürtaj yasasına büyük tepki yağdırır. Arabasına, evine gamalı haçlar çizilir, tehdit edilir. Sol muhalefetin desteği ile yasa geçer… Kendi adı ile anılan o yasa bugün, arada bir çıkan çatlak seslere rağmen, Fransa’da çoğunluğun desteğini almaya devam etmektedir.
Daha sonraki siyasi yaşamında Avrupa’nın entegrasyonu için çalışır. Avrupa Parlamentosunun ilk kadın başkanı olarak görev yapar. Başkanlığı 1982 yılına dek sürdürür. Sonrasında tekrar iç siyasete döner. Yeniden sağlık bakanlığına atanır. 2007’de gözlemcileri şaşırtarak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sağ aday Nicolas Sarkozy’yi destekler. Desteğine rağmen, Sarkozy döneminde ‘Muhaceret ve Ulusal Kimlik Bakanlığı’ kurulmasına karşı çıkar. Sarkozy politikalarına karşı eleştirel tutumunu sürdürür...
2010’da Legion D’Honneur ile onurlandırılır. Aynı yıl, Fransız Akademisine seçilen altıncı kadın olur. Akademiye girişinde kendisine sunulan tören kılıcında, Fransa Cumhuriyeti’nin “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganının yanında Avrupa Birliğinin sloganına da yer verilir: “Çeşitlilikte Birleşme”… Bir de Auschwitz cehenneminde koluna kazılan o beş rakam vardır kılıcın üzerinde!
Sıra dışı bu kadın, Simone Veil, 30 Haziran 2017’de vefat eder. Bir yıl sonra, Cumhurbaşkanı Macron’un girişimi ile, cenazesi eşininki ile birlikte Pantheon’a taşınır…