Uluslararası yardım örgütü Save the Children (Çocukları Koruyun) Yemen´de üç yıldır süren savaşta yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybeden 5 yaş altı çocukların sayısının yaklaşık 85 bin olabileceğini açıkladı.
Birleşmiş Milletler (BM) de geçen ay yaptığı açıklamada yaklaşık 14 milyon Yemenlinin açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtmişti. Ülkede 22 milyon kişi insani yardıma muhtaç. Savaş ve Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçlerinin uyguladığı abluka nedeniyle ülkede son yüzyılın en büyük gıda krizi yaşanıyor.
Yemen ile mazimiz çok çok eskilere dayanıyor. Bu haberleri okurken içim parçalanıyor vicdan sahibi bir insan olarak. Sizi biraz her dinleyişte içimizi acıtan Yemen türküsünün anavatanıyla ortak tarihimize götürmek istiyorum. Yemen türküsü şöyle başlar: “Burası Huş’tur/ Yolu yokuştur/ Giden gelmiyor/ Acep ne iştir?” Dinleyene çok uzaklarda bir yerlere giden insanların bir türlü ölümden dönemediği bir coğrafyayı hissettiriyor. Ve Yemen, yine maalesef bu yüzyılda da huzura asla kavuşamamış bir Osmanlı bakiyesi olmaya devam ediyor. Artık gidenlerin geri gelmediği bir coğrafya olmanın ötesinde içinde yaşayanlara da yar olmayan, çok acılar veren bir durumda. Üstelik dünyanın en değerli enerji kaynağı olan petrole sahip olmasına rağmen. Peki, bu ülke nasıl kuruldu ve Yemen ile aramızda neler geçti? Şöyle kısa bir ufuk turu yapalım.
Osmanlı İmparatorluğunun, Yemen ile içinde var olan onlarca aşirete ve iki mezhebin sürekli birbirleriyle didişmelerine rağmen 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar ortak bir tarihi vardır. Günümüzde ise Arap Müslüman dünyasının savaş oyunlarıyla kitleler katlediliyor, çoluk çocuk aç bırakılarak öldürülüyor. Aklınızda sorular dolaşmaya başlamıştır elbette Osmanlı İmparatorluğunun hiç mi çıkarı yoktu Yemen’e dair? Elbette vardı; Osmanlılar, Yemen’den öncelikle baharat, tuz, ipek ve kahve alıyordu. Ama aslında Osmanlı, 16. yüzyılın en güçlü donanması olan Portekizlilerin Ortadoğu'yu işgalini, Arabistan'ı alırsak Mekke ve Medine'yi de alırız ve İslam’ı kaldırırız düşüncelerini bertaraf etmek istediği için Yemen’i aldı. Zamanın en büyük İslam devleti olan Osmanlı İmparatorluğu, Yemen’e Portekizlileri sokmadı. Ancak 17. yüzyılda Yemen’i bıraktı. Güçlenen aşiretler de yarı otonom bir biçimde kendilerini idare etti. Atalarımız, Yemen’i köprüler, camiler, binalar, kaleler, okullar, kışlalarla donattılar. Peki, hataları yok muydu diyeceksiniz. Tabi ki çok vardı. Örneğin valiler halkın bitmeyen şikayetleri nedeniyle çok sık değiştiriliyordu, ayrıca 19. yüzyılda Yemen bir sürgün rotasıydı. Üstelik yeni gelen vali gideni aratır boyuttaydı. Zeydilerin Halife olarak kendi imamlarını kabul etmeleri de Halife Sultan 2. Abdülhamit’in tepkisini çekmişti. O, İmam Yahya’nın bu çeşit halifeliğinden hep rahatsızlık duymuştu. Çünkü İmam Yahya, tıpkı babasının 1891’de yaptığı gibi, 1905 Nisanında Osmanlı’ya isyan etmişti. Bu isyan neticesi başkent San’a ve birkaç diğer kasabayı ele geçirmişti. Buna karşılık Osmanlı Devleti de 22 Eylül 1913 tarihli fermanla Yemen’in Zeydi bölgesinde onun otoritesini tanımıştı. İşte bu ferman ile modern Yemen devletinin doğduğu kabul edilmektedir.
1913’te doğan Yemen’de, 2015'in mart ayında başlayan çatışmalar iç savaşa dönüştü. Ülkenin kuzeyindeki Şii Husi hareketi ülkenin batısının neredeyse tamamını ele geçirdi ve sonucunda uluslararası toplumun cumhurbaşkanı olarak kabul ettiği Abdurabbu Mansur Hadi ise ülkeden kaçmak zorunda kaldı. İsyancıları İran'ın ‘taşeronu’ olarak gören Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan'ın başını çektiği dokuz Arap ülkesinin yer aldığı koalisyon, hükümeti yeniden kurmak için bir askeri operasyon başlattı. Ülkedeki savaşı sonlandırmak için yapılan müzakere girişimleri ise sonuçsuz kaldı.
Son günlerde Suudi Arabistan’ın İngiltere’den aldığı silahları Suudilere satmaları İngiliz kamuoyunun özellikle aktivistlerin, vicdan sahibi kitlelerin konuları arasında. Ayrıca İngilizler, silah ihracatlarının yüzde 40’ını, Arap dünyasının en yoksul ülkesi olan komşusu Yemen'de isyancılarla savaşan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile yapıyor.
Osmanlı döneminde Yemen’de şu anda içinde bulunulan durumdan çok daha az kafa karıştırıcı bir yönetim biçimi benimsenmişti. 20. yüzyılın başında ise Osmanlı’nın güç kaybetmesinin üzerinden İngilizler, sömürgeleştirdikleri Yemenlileri bir tür uyuşturucu olan ve sıradan bir Yemenli erkeğin günlük yaşantısında, günün herhangi bir saatinde çiğnedikleri bu bitkiye alıştırdılar. Mazisi sadece yüz yıl olan gat rezilliği bu insanları yaşamaktan, yaşamak için çalışmak gerektiği gerçeğinden tamamen uzaklaştırmış. Durup durup gat çiğniyor ve uyuşuyorlar ya da bir tür uyarıcı olduğu söylenen bu bitkiyle uyarılıyorlar, ardından gelen ise derin bir yorgunluk. Ne acıdır ki böylesi bir uyuşturucu bataklığına Çinlileri de alıştırmış olan Büyük Britanya, ya da öteki adıyla üzerinde güneş batmayan imparatorluk; Yemenlilerin güneşini batırmış durumda; hem gat ile ve hem de Arap Birliği’ne sattığı silahlarla. Çin, uzun yıllar İngilizler tarafından alıştırıldıkları esrar ile savaşlarından Mao Ze Dung ile aydınlığa çıkabildiler ve İngiliz entrikalarına, dünyanın bazı toplumları için gaddar, acımasız yöntemleriyle eleştirilen Mao’ya, Çinliler adeta ışığa uçan kelebekler gibi koşup tercih ettiler. Sözün özü, emperyalizmden, kapitalizme, olmadı neo-liberalizme uzanan yakıcı dünya tarihinde İngiltere gibi ülkeler oldukça, Suudi Arabistan’a, onun izinden giden başka toplumlara daha çok savaş alanı çıkacak gibi görünüyor. Tabi COVID-19 elini çabuk tutmazsa…