Osmanlı’yı doğru anlayabilmek

Mois GABAY Köşe Yazısı
28 Temmuz 2020 Salı

Fatih Sultan Mehmet olağanüstü yetenekleri olan ve özellikle uluslararası ilişkilerde müthiş bir sağduyuya sahip bir hükümdardı. İstanbul’un fethinden sonra devlet içinde ve farklı ülkelerden Yahudilerin de İstanbul’a yerleşebilmesi için bir ferman çıkarmıştı: “Memleketimde oturan İbranilerin ahfadı... dinleyin. Her arzu edeniniz Konstantiniyye’ye gelsin... ve milletinizin bakiyesi burada sığınak bulsun.” O dönemde gelen Yahudiler özellikle doktorluk, bankerlik, marangozluk ve demircilik alanlarında yetenekli bir toplumdur. Avrupa’da yaşanan katliam, gettolar ve ileri dönemlerde de engizisyondan kaçıp gelen binlerce Yahudi Osmanlı’yı zenginleştirir.

Fatih Ortodoks Kilisesi Patrikliğine atama yaptıktan sonra bizzat Patrik Gennadios’u ziyaret ederek Hristiyanlıkla ilgili bazı belgelerin Türkçeye çevrilmesini istemişti. Bu Hristiyan ve Müslüman nüfus arasında denge kurmanın yanında, Hristiyan düşünce tarzını öğrenmek istemesinden kaynaklanıyordu. Fatih sarayda Frankların bulunmasından ve onlarla sohbetten de zevk alırdı. Hatta bir keresinde Fransisken Kilisesine girerek ayini de izlediği rivayet edilir. Fatih açık görüşlülüğüne zaman zaman karşı çıkan hocasına da şu sözlerle durumu anlatmıştı: “Lala, biz ki artık bir dünya devletiyiz, bu nedenle onları iyi öğrenmemiz lazım, çünkü ancak bu suretle hem devlet yönetiminde ve hem de kefere devletlerle ilişkilerde başarılı oluruz.” Fatih Yunan felsefesini öğrenmek için zaman zaman tıpkı öğrenci gibi derslere katılırdı. Esas amacı Batı kültürü ile yakınlaşmak ve bu ülkelerle ilişkilerini daha sıhhatli bir esasa oturtmaktı.

Osmanlı İstanbul’unda çalışanlar arasında Müslüman, Hristiyan ve Yahudi ayrımı yapılmazdı. Örneğin, gerek Şehzade gerekse de Süleymaniye Camii’nin yapımında çalışanların yarısına yakını Hristiyan’dı. 17. yüzyılda İstanbul’da çalışan kasapların yüzde 20’si Hristiyan, yüzde 15’i Yahudi’ydi. İmparatorlukta doktorluk mesleği genellikle Yahudi ve Müslümanların tekelindeydi.

Sıfatı veli olan 2. Beyazıt döneminde peygamberin kanunlarına karşı gelindiği gerekçesi ile Fatih döneminden birçok Batılı sanatçı tarafından yapılan resim ve heykeller tasfiye edilir. Çoğu İtalyan tüccarlar tarafından satın alınarak yurtdışına götürülür. Bugün bu eserler dünyanın birçok müzesinde sergilenmektedir. 1502’de Leonardo Da Vinci’nin Haliç üzerine köprü projesinin hiçbir zaman gerçekleşememesi bir yana, 1484 yılında Sultan 2.Beyazıt’a bir papaz aracılığı ile ulaşan kişi Kristof Kolomb’dur. Sultan adına yeni ülkeler keşfetmek için emrine gemiler verilmesini isteyen bu delidolu adam ciddiye alınmaz ve isteği reddedilir.

Osmanlı’nın duraklama ve gerileme döneminde İstanbul’da ne gariptir ki, çeşitli ülkeler ve dinler birbirleriyle mücadele eder ama esas kavga padişahlar ve ordu arasında olur. 2.Mahmut’un Vaka-i Hayriye’sine kadar güçle kanın yoğrulmasında yeniçerilerin payı büyüktür.

Osmanlı’da ilk Müslüman matbaayı kuran İbrahim Müteferrika, basılı bir belgeden yola çıkarak, Avrupa’nın ilerlemesindeki temel etkeni Osmanlı Devleti’nin şeriatla yönetilirken, Hristiyan devletlerin parlamenter sistemi benimsemeleri, kanun ve kurallarda akılcılığı seçmeleri olarak belirtir. 1795 yılında İstanbullu Ermeni bir ailenin çocuğu ve İsveç Maslahatgüzarı Muratcan Tosunyan, Sultan 3.Selim’e sunduğu genel durum raporunda ulemanın yeniliklere engel olmasını en nazik dille şöyle belirtir: “Dünyada her şey Tanrı’nın arzusuna göre şekillenir. Ancak Tanrı insanlığa düşünme, krallara da yönetme gücünü vermiştir. İslam dini, Müslümanlara diğer ülkelerden teknoloji ve kanun örneklerini almayı yasaklamamıştır. Eğer Sultan, yapılacak reformlar için dini baskıları göğüsleyebilirse, muhtemelen ataları Fatih, Kanuni ve 4.Murat’tan daha başarılı olacaktır.”

Gerek duyarlı devlet adamlarının fedakâr çabaları gerekse de Osmanlı’da batılılaşma hareketleri maalesef kaybedilen yılları geri getiremez. Kırım Savaşı sonrası Kraliçe Viktorya’nın Sultan Abdülaziz’e hediye ettiği Osmanlı’daki ilk araba ulemanın gavur icadı demesi nedeniyle Sarayburnu’ndan denize atılacaktır. Dünyanın en eski ikinci metrosu Tünel’de ise, “Müslüman’ın ne işi var fare gibi deliklerde gezecek” denilerek bir müddet insan taşımacılığına izin verilmez. 2.Mahmut’tan sonra sağlanan dengeler belirli bir yaşam tarzının İstanbul’da devamını sağlamışsa da, 1875’ten sonra imparatorluğu parçalamaya yönelik çalışmalara, Sofya, St.Petersburg ve hatta sonrasında Mekke’de ara verilmez.

Bütün bunları neden yazdım dersiniz? Bugün Osmanlı’yı, ecdadını koruduğunu zanneden kitlelerin çoğunun savunduğu değerler de, yaşam tarzları da, azınlıklara yönelik tutumları da Osmanlı’nın kıyısından geçmez. Osmanlı’yı anlamak arabasının arkasına Osmanlı tuğrası koymak veya fesle, cübbeyle gezmek de değildir. Osmanlı’nın doğrularını örnek alıp, cumhuriyetin kazanımlarını koruyabilirsek tarihsel misyonumuzla ileriki dönemlerde bölgemizin liderliğini kazanabiliriz. Osmanlı’nın farklı inançlara bakış açısını iyi öğrenip, farklılıkları bir arada toplayabildiğimiz gün gereksiz tuhaf tartışmalara son verip, umutla geleceğe bakabiliriz.