Yaşadığımız krizin etkileri hâlâ devam ediyor. Temmuz ayı ile birlikte 3. çeyrek içerisindeyiz. Geçmişe yönelik gelen bazı veriler bu krizin dip noktasının nisan ayında yaşanmış olabileceğini gösteriyor. Örneğin mayıs ayı Sanayi Üretim Endeksi verisi yıllık bazda -19,9 olarak geldi. Ancak Nisan 2020 verisi yıllıkta -31,3 olarak gerçekleşmişti. Yıllık olarak baktığımızda 2019 yılı ile kıyaslamalı olarak sanayi üretimi hâlâ çok aşağılarda ancak en kötü olan Nisan 2020 verisine bakıldığında ise aydan aya küçük bir kıpırdanma var. Bunun sürekli olup olamayacağı ya da yıllık büyüme hızının ne olabileceği soruları sonraki ay verileri ile daha net gözükecek. Henüz her şey geride kaldı, çıkış başladı demek için çok erken. Erken kutlamalar sonrasında hayal kırıklığını da beraberinde getirebilir.
Türkiye’nin veriler açısından en büyük sıkıntısı, verilerin çok gecikmeli açıklanması. O nedenle analiz yaparken sürekli uzun geçmişte yaşananları analiz edip, geleceği öngörmekte zorluk geçiyoruz.
Açıklanan veri takviminde en gecikmeli verilerden birisi işsizlik verileri.
Türkiye’de işsizlik verileri üç ayın ortalama değeri olarak veriliyor. Örneğin son açıklanan Nisan 2020 işsizlik verisi aslında Mart 2020-Nisan 2020 ve Mayıs 2020 dönemlerinin ortalaması. Oysa Amerika Birleşik Devletleri’nde Tarım Dışı İstihdam Verisi her ayın ilk cuma günü geçmiş ay verisi olarak açıklanırken, ekonominin nabzını ölçen İşsizlik Maaşı Başvuruları ise haftalık olarak açıklanıyor. Böylece ekonomik kararları daha etkin olarak almak, işgücü piyasasının nabzını anında tutabilmek mümkün.
İşte bu nedenlerle Türkiye’de ABD İşsizlik Verileri piyasalar üzerinde yerel işsizlik verilerinden daha fazla etki yapar, analistler ABD verilerini daha heyecanla beklerler. Türkiye’de TÜİK acilen bu verilerin güncelliği yönünde adım atmalı.
Konu işsizlikten açılmışken herkesin kafasında nasıl oluyor da bu kadar işlerin durduğu, aylarca evlere kapandığımız bir ekonomide işsizlik rakamları aydan aya azalıyor sorusu geliyor.
Bunun temelde iki nedeni var. Birincisi: COVID-19 ile mücadele sürecinde ilk alınan ekonomik önlemlerden birisi işten çıkarmaların yasaklanmasıydı. Bu nedenle kendi isteği ile işten ayrılanlar ya da yüz kızartıcı nedenler dışında işten çıkarma mümkün değil. Gerçi piyasa ekonomisinde işten çıkarmayı yasaklamak piyasa dinamikleri ile nasıl açıklanır sorusun cevabını vermek mümkün değil ama böylesine bir kriz döneminde hele ki mevcut kriz hizmetler sektörünü vurmuşsa, işsiz kalanlara bir şekilde gelir desteği sağlamak zorundasınız. Gelişmiş ülkelerde piyasa işleyişine müdahale edilmeyerek, işini kaybedenlere gelir desteği verildi ve halen verilmeye devam ediyor.
Bizde ise şirketler kredi ile yüzdürülmeye ayakta tutulmaya çalışılıyor. Böyle olunca sürekli kredi ile yaşamaya alışmış şirketler uzun dönemli ticareti hayat içerisinde kalamıyor. Şirketlerin hayatı sonlanınca da, çalışanlar kalıcı olarak işsiz oluyor.
Bizde de yapılması gereken doğrudan gelir desteği verilmesiydi. Biz yeni tür bir krize klasik ve en iyi bildiğimiz yöntemle müdahale ediyoruz. Oysa bu çok farklı bir durum ve daha yaratıcı müdahale araçları ile müdahale etmemiz gerekirdi.
Bir önceki paragrafa yani, çalışanların kalıcı olarak işsiz kalmaları sorununa geri döndüğümüzde TÜİK işsizlik rakamları bu tespitimizi doğruluyor.
Şöyle ki, çalışma yaşına gelen nüfus Nisan 2020 yılında bir önceki yılın aynı ayına göre 1.059.000 kişi artmasına karşılık, Nisan 2020 yılında işgücü bir önceki yılın aynı ayına göre 3.013.000 kişi azalmış. İstihdam ise Nisan 2020 yılında bir önceki yılın aynı ayına göre 2.585.000 kişi azalma göstermiş. İşgücüne dâhil olmayanların sayısı Nisan 2020 yılında bir önceki yılın aynı ayına göre 4.072.000 kişi azalma göstermiş.
Peki, insanlar neden işgücüne dâhil olmuyor? Ya da İşgücüne dâhil olmamak ne demek?
İşgücüne dâhil olmayanlar, çeşitli nedenlerle bir iş aramayan, ancak iki hafta içinde işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerdir.
Bunlar da temelde ikiye ayrılır: Daha önce iş aradığı halde bulamayan veya kendi vasıflarına uygun bir iş bulabileceğine inanmadığı için iş aramayan ancak işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten yani iş bulma ümidi olmayanlar ve mevsimlik çalışma, ev kadını olma, öğrencilik, irad sahibi olma, emeklilik ve çalışamaz halde olma gibi nedenlerle iş aramayıp ancak işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kişiler. Bunlardan başka işgücüne dâhil olmayanlar; mevsimlik çalışanlar, ev işleriyle meşgul olanlar, eğitim öğretime devam etmesi nedeniyle iş aramayanlar ve emekliler vs.’den oluşurlar.
Özetlemek gerekirse Türkiye’de yaşanan ekonomik krize rağmen işsizlik rakamlarının azalmasının en temel nedeni iş bulma ümidi olmayanların artması ve bunları istihdam rakamı içerisine dâhil edilmemeleridir. İşte bu da ikinci neden.
Önceki yazılarımda farklı COVID-19 senaryolarına göre ekonomik beklentileri dile getirmeye çalışmıştım. Ancak Türkiye’nin gerçek gündemi uzun dönemli, çözüm üretilemeyen işsizlik ve sürekli destekle ayakta kalmayı başaran çarpık şirket yapılarıdır. Türkiye geçmişte çok kriz yaşadı ama işsizlik sorununu bir türlü çözemedi. Köklü istihdam piyasası değişiklikleri yapamadı, şirketlerini güçlendiremedi.
Bu yapı düzeltilmeden ve ekonomi kendi işleyişine doğru bir şekilde bırakılmadan, işsizliğe de kalıcı bir çözüm bulabilmek mümkün değil.
Aslında yapılması gerekenler çok uzun zamandan bu yana hep dile getirilen sorunlar. Çözümler de üç aşağı beş yukarı belli. Peki, çözüm üretmek için ne gerekiyor? Öncelikle bu konuyu çözme iradesi. Elbette konunun siyasi maliyeti de mevcut o nedenle bu maliyeti de yüklenmek gerekebilir. Sabır bir diğer önemli konu ve en önemlisi dünya ile barışık, yabancı yatırımcıyı çeken, gerek hayat tarzı, gerekse de insani değerleri ile yabancılara cazip olan bir ülke.
Sıralamak kolay gibi olsa da, bunları yapmak her zaman çok kolay olmuyor.
Sevgiyle kalın.