Hayat onu yaşadıkları ve gözlemledikleri üzerinden büyük hayal kırıklığına uğratmış, Tanrı’nın yarattığı insanın bu denli bencilliğe, duyarsızlığa hatta kötülüğe yuvarlanmasına bir anlam vermekte zorlanmıştı.
Dünyada, ülkesinde, etrafında ve hemen hemen yeryüzündeki her insan nefesinin olduğu yerde, ‘normal’ bir insanın akıl sağlığını bozucu görüntüler hiç bir gün eksik olmuyordu. En çok şaşırdığı ve üzüldüğü resim de kötülüğün vücut bulmuş halindeki sözde insanların mahcubiyetin kırıntısını bile göstermiyor olmalarıydı.
Goethe’nin o meşhur sözünü hatırladı birden: “İnsanların ne kadar kötü olduğunu görmek beni hiç şaşırtmıyor ama bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce hayretler içinde kalıyorum” demişti Alman feylesof.
Kötülükle mahcubiyet skalaları ters orantılıydı oysaki insanın kumaşında.
Yaşamına anlam katmaya çalıştıkça çabalarının beyhude olduğuna inanmaya başlayacak, varoluşun sıkıntısından öte onun hatalı kodlarının nasıl düzeltilmesi gerektiğini düşünmeye çalışacaktı. İnsani ilişkilerin hatta sevginin bile tamamen yapaylaştığını, bu yüce duygunun bile çıkarlar üzerinden yükseldiğini fark edecek, insanın haz ve tüketim sarmalında bencil yaşamları yücelterek hayata tutunmaya çalıştığını görecekti.
Kalabalık yalnızlıkların ve hızla tüketilen sözde mutlulukların varoluş sıkıntısını gideremediğini ve insanın, binlerce yıl sonra bile hala, dünyaya fırlatılmasıyla başlayan varoluşunun trajik anti kahramanı olmaya devam ettiğini idrak etmeye başlayacaktı.
Ezcümle, mutsuzluk benliğini kasıp kavururken, bu sarmaldan çıkmak adına anlamlı bir temel değişikliğin izini sürecekti. Ve birden, insanlığın varoluş trajedisini temsil eden unutulmaz edebi kahraman Dr. Faust’u hatırlayacaktı.
Goethe’nin tam 65 yılda bitirebildiği eserindeki evrensel tragedyanın kahramanının, onca entelektüel ve bilimsel donanımına ve sonsuz bilgiye hâkimiyetine rağmen hakikati bulamamanın rahatsızlığıyla mutsuz olmasının çözümünü, Şeytan’la anlaşmada aramasına odaklanacaktı.
***
Goethe’nin, ölümsüz eseri Faust’da, Şeytan, Tanrı’dan izin alarak Dr.Faust’a ona vereceği mutluluk hediyesine karşın kendisine ruhunu teslim etmeyi önermeye karar verir. Tanrı, insanların yaradılıştan iyi olduklarını, sadece hayatta karşılaştıkları zorluklar karşısında bazen doğruluktan saptıklarına ve Şeytan’a rağmen sonunda ruhlarının derinliklerinde keşfedilmeyi bekleyen iyilik sayesinde doğru yola gireceklerine inandığından Şeytan’ın bu deneyi yapmasına izin verir.
Mutsuz Dr. Faust, ona dünyevi mutluluğu vadeden Mefisto (Şeytan) ile bir sözleşme yapar. Kendisine Mefisto’nun vereceği maddi mutluluklar karşılığında bir gün o mutlu anın sonsuzlaşmasını simgeleyecek olan, “Ey zaman; dur, ne kadar da güzelsin” dediği anda ruhundan sonra bedenini de Şeytan’a teslim edecek ve Cehennem’de Şeytan’ın yardımcılığını yapacaktır.
Sözleşme aynen uygulanmaya başlar, Mefisto, Faust’a hiçbir zaman tecrübe etmediği yoğunlukta dünyevi hazlar yaşatmaya başlar. Ona sevgili bile bulur, aşkı tattırır ama bunun bedelini de gösterir. Faust haz dünyasında istemeden katil bile olur ama sözde mutluluk dünyasında yaşamaya devam ederken Mefisto’ya teslim olmamaya da çalışır. O sözü bir türlü ağızından çıkarmaz.
Lakin gün geçtikçe o kadar ‘mutlu’ anlarına rağmen bile hâlâ mutlu olmadığını idrak etmeye başlar. Mutluluğun, bencillik merkezi üzerinden yaşandığında giderek bir balon gibi söndüğünü anlar.
Gerçek mutluluğun başkalarını da mutlu edecek edimlerde olduğunu görür. Bir gün bir bataklığı kurutmaya karar verdiğinde en büyük hazzı ve mutluluğu tadar ve Mefisto’ya sözleşmesine uygun olarak, “Ey zaman; dur, ne kadar da güzelsin” der. Mefisto bahsi kazanmıştır kazanmasına ama Faust onu ters köşeye yatırır ve mutluluğun bencillikten, hazdan, kötülükten değil ama bilgiden ve o bilgiyi de insanlık için faydalı faaliyetlere dönüştürmekten geçtiğini gösterir nihayette.
Tanrı haklı çıkacak, insanın son tahlilde doğruya yöneleceği öngörüsü hakikat olacaktı.
Sokrates’in ‘bilgi erdemdir’ yaklaşımını Nietzsche, ‘bilgi gücün bir aracıdır’a dönüştürmüştü düşün dünyasında 19. yüzyılda.
Faust da, öncül bir Nietzscheci bakış açısıyla bilgisini güce (iradeye) dönüştürerek mutluluğun kodlarını tekrar yazmaya başlamış olacaktı.
***
Yüzü gülmeye başlamıştı.
Goethe’nin Faust’unun, ondan önce yazılan benzer hikâyelerden farklı bittiğini çok iyi biliyordu. Christopher Marlowe’un yazdığı Dr. Faustus Mefisto ile aynı sözleşmeyi yapmış, mutluluğuna karşılık olarak Dr. Faust’ın aksine ruhunu tamamen satmıştı.
Yaşamda Faustlar mı daha çoktu, Faustuslar mı diye düşünmeye başladı.
Binlerce yıllık zaman içinde insanlığın hep ileriye gittiğine göre Faustlar’ın daha çok olduğuna karar verir.
Lakin bencilliğin ve kötülüğün temsilcisi Faustusların yarattığı tahribatın da büyüklüğünü kabul etmek zorundaydı.
Kendi şimdiki zamanını düşündü ve birden panikledi.
Faustusların Faustlara üstünlük kurduğuna inanmıştı zira, günümüz zamanın ruhunda.
Göğe baktı. Gözlerini kapadı.
“Sonunda, şeytana ruhunu satmayanlar hakikati yakalayacak” der.
Zira, Goethe hayatının son anında ne demişti?
“Işık, daha çok ışık!”