Ada evinin balkon takımı bir hayli eskimişti. Yenilemek için şehirdeki bilumum dükkânları gezmek istedikse de pandemi yüzünden yapamadık. Dolayısıyla fazla seçenek olmamasına rağmen Çarşı’daki iki dükkâna gittik. Birincisinde, “Abi haftaya gelir, sonra uğrayın” gibi bahaneleri dinleyip beş dakikada dışarı çıktık. Temmuzu bitirmişiz, adamlar hâlâ hikâye anlatıyor. İkinci seçenek son şansımızdı. Dükkânın önünde sohbet eden tezgâhtar bizi içeri buyur ettikten sonra, “Yenge çay mı içersin, kahve mi?”nakaratının ardından beğendiklerimizin bir kısmını depodan çıkardı, bir kısmını da katalogdan gösterdi. Gözümle görmeyip, koltuğa oturmadan eşya seçme âdetim olmasa da, siparişi vermiş bulunduk. İki gün sonra bir kamyonet kapımıza yanaştı. Ambalajlar açılmaya başlamıştı ki gayri ihtiyari bir çığlık kopardım. Beyaz koltuklara açık mavi yastık seçmişken, gelenler koyu gülkurusuydu. “Bunlar katalogda gördüklerim değil” diye söylenince, patrona telefon edildi. Bir sürü gereksiz tartışmanın ardından adamlar eşyaları bırakıp gitti. Böylelikle, katalogdan eşya seçmemem gerektiğini (en azından Büyükada’da) öğrenmiş bulundum.
Yeni bir eşya almak genelde keyiftir. Biz ise tam aksine, gülkurularını görmemek için üstlerini örttük.
Ertesi gün, yastıkları bu haliyle kullanmayacağımızdan iyice emin olduktan sonra, soluğu döşemecide aldık. Usta eve gelip eskiden adet olduğu üzere kumaş parçalarıyla kalıp çıkarttı. Kısa sürede dikip getirdi. Gerçekten çok güzel olmuşlardı. Kimi kumaşların temizliği farklı olduğundan, “Lekelenirse ne yapmalıyım?” diye sordum. Aldığım yanıt ilginçti. “Leke olursa yastığın diğer yüzünü çevirin. Gerekirse beyaz bez ve beyaz sabun kullanın. Zaten makineye atınca tertemiz olur.” Döşemeci gitti; iki gün sonra dünyanın en şeker torunu evimize geldi. Yemeğe oturduğumuzda, ikinci çatalı ağzına koyarken, ‘pat’ lokma yastığa düştü. Canı sağ olsun. İmkânsızı başaramayacağımı bile bile, döşemecinin önerisiyle yastığı ters çevirdim. Ertesi gün bir lokma daha… Normal, çocuk bu… Derken beyaz bez ve beyaz sabunla silmeye çalıştım. Tabii ki leke çıkmadı. Anlaşılan eski yöntem temizlik, yeni yöntem gıdalarla uyumlu değildi. Sonuç, sarı bez ve sıvı bulaşık deterjanı ile lekeler yok oldu, yastık tertemiz.
↔↔↔
Cuma gecesi saat 22.45. Etraf sessiz, balkonda oturuyoruz. Birden Sedef Adasındaki diskodan Maden’e doğru müzik sesi yankılandı. İlk parça ‘On Va Dancer’, sonra da tempo hızlandı. Sosyal mesafeyle dans ediliyordu herhalde…
↔↔↔
Sanırım zaman içinde COVID-19 ‘slow’ yapmasını da öğrenmiştir. Ama bizler hâlâ kendimizi ve karşımızdakileri korumayı öğrenemedik. Uçuşlar başlayıp, yaz tatili için ülkelerine dönenler, on dört günlük karantina dönemini yavaş yavaş sıfırladılar. Bu gidişle, görünen o ki insanlar pandemiyi, ancak bağışıklık kazanarak atlatabilecekler.
↔↔↔
Çok geniş bir dost çevresi olduğundan, kendisine ‘muhtar’ lakabını takmıştık. Gerçekten de tanımadığı, elini uzatmadığı insan yok gibiydi.
Her gelişinde, “Hanımlar, içimi açacak güzel / neşeli haberleriniz varsa anlatın” cümlesiyle bir anda odanın enerjisini yükseltirdi. Liz Abuaf, 8 Ağustos günü aramızdan ayrıldı. Onu çok özel kılan nedenlerden biri, dünyamıza ektiği sevgi tohumlarıydı. Mizahi yaklaşımları, alçakgönüllü bir zekânın ürünü olduğu kadar, aynı zamanda bir korunma kalkanıydı.
Saygı ve sevgisini, küçükten büyüğe, kapı görevlisinden en üst makamdaki şahıslara kadar cömertçe sundu. Görev insanı, eli ve yüreği açık, inançlı ve inatçı Liz… Hep tez canlı oldun. Keşke bu kadar acele etmeseydin.
Yolun ışıklı, mekânın cennet olsun Lizo…