Muhteşem ben

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
12 Ağustos 2020 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta, Instagram’da kadınların kadınları desteklemesi amaçlı bir meydan okuma vardı. Biri tarafından aday gösterilmek şartı ile milyonlarca kadın siyah beyaz bir fotoğrafını İngilizce bir hashtag eşliğinde sayfasında yayınladı. Başlarda sakin portrelerle başlayan paylaşımlar ‘muhteşem ben, ben, ben’ temalı bir kampanyaya dönüştü. Hiçbir açıklama yok, bunun kadınlara nasıl güç vereceğine dair bir yönlendirme yok. Bilhassa ünlüler ve moda belirleyiciler bu tür muğlak kampanyaları çok sever. Tam bir fikir savunuculuğu olsa, fan kitlelerinin bir kısmı kızabilir, böylesi daha iyi. Instagram ise neşeyle ellerini ovuşturur. Telefonun içinden bir resim bulup onu siyah beyaza çevirip sayfaya koymak pek çoklarına bir taşla çok kuş vurma imkânı tanıdı. Hem güzelim, hem şuurluyum. Hem de bir meydan okumanın altından kalkacak kadar cesurum. Dünya Kız Çocukları’na eşit haklar gününde kendi mayolu resimlerini ‘Canım yavrucuğum’ gibi alt başlıklarla medyaya taşıyan aktivist anneler gibi…

İsteyen istediğini yapsın. Ama yapmayana şaşırmasın. Zira kadınları desteklemenin başka yolları da var. Az dayanışmalı bol gösterimci bu paylaşımlarda bir zarar yok. Sadece bizi bunu yapmaya zorlayan sistemi biraz tanımakta fayda var. Adı: Herkes yapıyor diye yapmak. Kanımca, toplum olmak için önce birey olmak gerekir. Kolektif bir hareketin bile başarıya ulaşması için her bireyinin kendi fikri ve görüşü olması gerekir. Hannah Arendt, “Bir toplumun içine doğduğumuzda o toplumu ortak değerler üzerinden kabul edebiliriz ancak birey olarak gerçek düşüncelerimizi askıya almamız gerekmiyor”der. “Kendi netliğimi elde ettiğimde, komşum da eşit şekilde net olur. Bireysellik çoğaldıkça ve onandıkça toplum oluşur” diye savunur. 

Günümüzde insanları ihtiyacından fazlasını tüketmeye teşvik için, fiziksel güzelliği sergilemeyi destekleyen bir ekosistem oluştu. Kültürümüzün ‘normal’i bilhassa kadınların fikir değil beden sergilemesi oldu. Bolca görsel üzerinden kendini tarif etme kültürü, o minik çemberin içindekilere bir adım daha iyi olma meydan okuması imkânı verdi. Daha photoshoplu, daha bakımlı daha çekici pozlarla kadına şiddete hayır dedik. Şiddet duracak mı şimdi?

Hannah Arendt’in yaklaşımına bir kez daha referans vermek isterim: Eichmann sıradan insandı. Herkes kadar kötüydü. Normali yapmak üzere makama getirilmiş bir mükemmeliyetçiydi. Duruma uyum sağlayarak işinde ekstra başarılı olduğu için ona ‘Ekstra kötü’ denemeyeceği gibi, günümüzde de kendini teşhir etme normunu en başarılı yapana ekstra bir kınama yapmamız çok anlamsız. Zira hepimiz bu paylaşım banalitesinin bir parçasıyız. 

Kadınların kendilerine tahsis edilen bu özel alandan çıkması ve tam potansiyeline ulaşması gerek. Bedene ve görüntüye bunca yatırım yaparak fikirsel bir birikim sahibi olmaya mesai harcamak mümkün değil. Düşünce sahibi olmaya zaman ayırmak gerek. Carl Sagan adlı ABD’li bir bilim adamının 1980’lerde yaptığı bir tespit ile bitireyim: Ülkeler, medyasındaki içeriğin sığlaşmasıyla kolektif aptallaşmaya yönelir. Ve sonra falcılardan ve batıl inançlardan oluşan içeriklerden medet ummaya başlar…