Yuval Noah Harari’nin, Sapiens kitabını okurken şu sözlerini not almışım:
“Mutluluk dışsal koşullara bağlı değildir, içimizde ne hissettiğimizle ilgilidir. İnsanlar zenginlik ve statü gibi dışsal başarıların peşinde koşmaktan vazgeçmeli ve kendi iç dünyalarıyla bağ kurmalıdır.”
Bu güne değin düşünürlerden yazarlara, mutlulukla ilgili o kadar çok kitap ve deneme yazısı okudum ki… Yeri geldiğinde, doğrusu bunları paylaşmaktan da keyif alıyorum. Gerçi bu yazarlardan hiçbiri okuruna bu duyguyla ilgili hazır bir reçete sunmuyor. Öyle olsaydı, hiç değilse bu yazıları okuyanların ve uygulayanların daha mutlu insanlar oldukları kanısına varabilirdik.
Mutlulukla ilgili görüşlerin bana olan katkılarına gelince: En azından bu konu üstünde daha çok yoğunlaşmamı, yeni ufuklara yelken açmamı, daha olumlu düşünmemi sağlıyorlar. Harari’nin bu sözünü de, yalnızca bu bağlamda ele aldığımda şunu anlıyorum: Yazar, mutluluğu dış etmenlerden çok, kendi iç dünyamızda aramamız gerektiğini söylüyor.
Mutluluğu herkes kendince tanımlayabilir; ben bu duyguyu bir doyum noktası olarak düşünürken, nedense şu soru aklıma takılıyor:
Hayatımız boyunca en çok ne zaman doyuma ulaşıyoruz? Yaşadığımız bir ilişkide, ulaştığımız bir başarıda, elde ettiğimiz bir varsıllıkta, tutulduğumuz bir aşkta, kazandığımız bir ünde, yükseldiğimiz bir mevkide mi, ne zaman?
Kuşku yok ki bu soruya, beklentilerimize bağlı olarak farklı yanıtlar verebiliriz. Tutkular bir yana, istek ve duygularımız bu doyumun zaman ve ölçüsünü belirlemekte önemli olmaktadırlar. Öte yandan doyumsuz olduğunu bildiğimiz çoğu insan için, onların doyum noktasını belirlemek güç olabilir; ama bu konuda, hepimiz için ortak bir nokta olduğunu sanıyorum:
Hangi alanda isterse olsun, doyuma ulaştığımızda, geçici de olsa, mutlu oluyoruz!
İyimserliğimizi koruduğumuz, olay ve insanlara olumlu yaklaştığımız sürece doyumu, dolayısıyla mutluluğu yakalamanın daha kolay olacağını düşünüyorum. Özellikle başkalarıyla olan ilişkilerimizde… Mutluluk, ne denli bireysel bir duygu olarak görünse de, kendi payıma ancak paylaşıldığında daha çok değer ve anlam kazandıracağına inanıyorum.
Stefan Zweig, Mürebbiye adlı öyküsünde şöyle diyor:
“İnsana mutluluk kadar sağlık katan bir şey yoktur ve en büyük mutluluk da bir başka insanı mutlu etmektir.”
Bir başkasını mutlu etmek, bu duygumuzu paylaşmak için, önce ona sahip olmamız gerekiyor. Yalnız maddesel değil, tinsel alanda da biz doyuma ulaşmadan, mutlu olmadan, kime ne verebiliriz ki? Biliyorum, bireysel sorunlar, ekonomik ve sosyal etmenler sürekli olarak bizleri baskı altına almaya çalışırken, bırakın başkalarını mutlu etmeyi, umut vermeyi bile başaramıyoruz, diyebilirsiniz. Doğrudur, ama olumu düşünmeden, ilk adımı iyimserlikle atmadan, kaygılarımızı nasıl yenebilir, doyuma ulaşma yolunda nasıl ilerleyebiliriz ki?
Yoksa mutluluk kuşunun, bir rastlantıyla dalımıza konacağını mı düşünüyoruz?