Bilmediğini bilmek

Avram VENTURA Köşe Yazısı
26 Ağustos 2020 Çarşamba

Kitaplığımı düzenlerken, elime geçen Puşkin’in ‘Yüzbaşının Kızı’ romanı, beni eski bir anıma götürdü. Yedek subay öğrenciliğim sırasında, parkamın cebine sığdığından, okumak için daha çok Varlık cep kitaplarını tercih ederdim. Bir öğlen dinlenme saatinde, bir ağacın altına oturmuş, Yüzbaşının Kızı’nı okurken, birinin tepemde dikildiğini fark ettim. Komutanım olduğunu görünce telaşla ayağa kalkıp esas duruşa geçtim, selamımı verdim. Bu arada kitabı elimde tutuyordum. Ne okuduğumu sorduğunda, bir roman olduğunu söyleyip gösterdim. Uzun uzun baktı, sonra da niçin komünist bir yazarı okuduğumu sordu. Bu yazarın, komünizmden çok önce yaşadığını söylemeye çalıştıysam da, sanırım Rus olması yeterliydi bu yargıya varması için. Neyse ki bir uyarıyla atlatmıştım. Sonra da bu düzeye gelmiş bir insanın ne denli cahil olduğunu düşünmüştüm.

Cahil sözcüğünü, ilk kalem denemelerimde, günlük konuşmalarımda, daha sık ve farklı anlamlarda kullanırdım. Sözleri, davranışları ya da düşünceleriyle bir kişiyi cahildir ya da değildir şeklinde nitelendirmek, benim için kolay bir yargı olurdu. Oysaki hayatımın her aşamasında yaşadığım deneyimler, okuduklarım, bu konudaki yanılgılarımı artık yüzüme vurabiliyor. 

Bazen televizyonda yayınlanan bilgi yarışmalarını izliyorum. Önceleri bilgi düzeyleri yüksek kimi katılımcıların, bana göre çok basit görünen soruları yanıtsız bırakmalarına ya da yanlış yanıt vermelerine hayret ederdim. “İnsan bunu nasıl da bilemez?” derdim. Sonradan şunu gördüm: Hepimiz, eğitim ve birikimimiz ne olursa olsun, duyduğumuz ilgi alanımızın dışındaki birçok konunun cahiliyiz. Kendimden bir örnek verecek olursam: Televizyon dizileri ve onların kahramanları ile ilgili gelen kimi sorulara eşim anında yanıt verirken, ben bunları hiç izlemediğim için, ekrana boş gözlerle bakmayı sürdürüyorum. Oysaki edebiyattan gelen bir soru olduğunda zorlanmadan yanıtlayabiliyorum.

Bir süre önce, emekli bir tıp profesörü arkadaşımla, ihtiyacı olduğu bir ürünü satın almak için Kemeraltı’nda geziyorduk. Bir dükkâna girdiğimizde, ürünlerle ilgili sorduğu sorular kadar, satış elemanına gösterdiği yaklaşımda, kendi alanının dışında onun ne denli yetersiz ve bilgisiz olduğunu anlamış ve doğrusu şaşırmıştım. Aslında arkadaşımın bu davranışı, büyük çoğunluğumuz için geçerlidir. Ne kadar çok okuduğumuzu, bilgilendiğimizi sanıyorsak da, kimi konularda cahilliğimizi ortaya koymaktan hiç geri kalmıyoruz; ama artık bunu doğal karşılıyor, hiç şaşırmıyorum.

Bana göre cahil bir insanla, bir aydını ayıran en önemli nokta, aydın insanın bilmediğini bilmesidir; oysaki cahil, özgüveni yüksek olduğu gibi kendini her konuda bilgili sanır. Bu yüzden bir cahille, hiçbir şekilde tartışamazsınız. Kanıta gereksinimi olmadığı gibi, savına yalnızca inanmış olması, kendini sürekli haklı göstermesi için yeterlidir. Bu konuda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu sözü, söylemek istediklerimi sanırım özetleyebilir: “Âlim bazı şeyleri bilir, cahil ise her şeyi.”

İnsan araştırdıkça, okudukça önünde açılan bilgi okyanusu ortasında ne denli yetersiz kaldığını görebiliyor. Her an, yeryüzünün her noktasından bilgi haznesine milyonlarca veri yüklenirken, biz sınırlı yeteneklerimizle bunlardan ne kadarını öğrenebiliriz ki? Daha çok kendi ilgi alanlarımıza yönelirken, diğer konularda genel bir bilgi edinmeye çalışırız. Öncelikle söylediğim gibi, bilmediğimizi biliyorsak, bu bile bizim için yeterlidir. Tümü bir yana, erdemlerin kazandırdığı niteliklerin, bize insan olma yolunda bilgiden daha çok değer katabileceğini düşünüyorum.