Benden değilsen sevinemiyorum

Türkiye geçtiğimiz hafta tarihinde uzun zamandan beri tüm ülkeyi sevince boğması beklenen büyük bir doğa keşfine tanıklık etti.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
26 Ağustos 2020 Çarşamba

Ülkenin tükettiği enerjinin yüzde 70-80’inin dışa tabi olduğu bir zamanda bu bağımlılığı bir nebze aşağıya çekebilecek doğal gaz rezervinin bulunması her vatansever memleket insanını sevince boğması beklenmez miydi?

Karadeniz açıklarında sondaj gemimizin tek bir kuyu açarak 320 milyar metreküp doğal gaz yatağına rastlaması son yılların en önemli ulusal kazanımı sayılmalı.

Her sene yaklaşık 45-50 milyar metreküp doğal gaz ithal ettiğimize göre sadece bir kuyuda bulunan rezerv, gazın tamamının çıkarılması durumunda doğal gaz ithalatında 6-7 yıllık bir tasarrufa neden olacak ve açılacak yeni kuyularda bulunabilecek yeni rezervler sayesinde belki de Türkiye enerji ithalatında on milyarlarca dolarlık bir döviz çıktısından kurtulmuş olacak. Bunun, her sene çok büyük olan dış ticaret açığımızda yapacağı iyileşmenin ekonomik artı değerinin, ülkenin refahına yapacağı katkıyı görmek çok zor olmasa gerek.

***

Bütün bu gelişmeler karşısında kimi kesimlerin bu keşfe burun kıvırması bazı ekonomik ve teknik zorluklar bağlamında anlaşılır bulunabilir. Örneğin, gazı deniz yüzeyinin 3500 metre altında çıkarabilmek için denizin üzerinde kurulacak devasa platform ve işletimi için milyarlarca dolarlık yatırımın, bölgede ilave yeni yataklar bulunamaması durumunda ekonomik açıdan ne kadar uygulanabilirliği tartışmaya açık bir konu olacaktır, haliyle. Ülkenin toplam gaz ihtiyacının sadece 6-7 yılını karşılayacak bir gaz rezervi için bu yatırımın gerçekleştirilmesi son derece tartışmaya açık bir konu olacak. Ayrıca bu gazı çıkartacak teknoloji birikimine gerçekten de sahip olup olmadığımız pek bilinmiyor. Yabancı petrol şirketleriyle yapılacak bir anlaşma durumunda ise yatırımın tamamının uluslararası petrol şirketleri tarafından üstlenilmesi durumunda, çıkarılacak gazın devlete kalan payının emsal anlaşmalara bakıldığında en çok yüzde 20 seviyesinde olduğu görülüyor.

Bu teknik ve ekonomik engeller bir şekilde aşılabilir veya kendi teknolojimizi geliştirmek için seferber olmakla zorlukların üstesinden gelmek mümkün.

Lakin bütün bu detayları bilmeden bile bu önemli keşfe karşı tavır alma, sevinmeme, inanmama ve meseleyi alabildiğince güvensizlik penceresinden değerlendirme, son yıllarda bize özgü gelişen, ulusal meselelerde bile ortak paydada buluşamama gerçeği olarak açıklanabilir ancak.

Keşfe dair haklı olarak sevinen kimilerinin ise, ülkenin bu büyük kazanımının sosyal ve ekonomik bağlamda gelecekte ülkemizi ve çevremizi ve enerjideki bağımsızlığımızı ne anlamda etkileyeceğini tartışacaklarına, sevinemeyenler üzerinden ülkenin kutuplaşmasına, sevinmeyenler kadar katkıda bulunmaları anlaşılır olamayan bir düşünme refleksi olması gerekir.

Son yıllarda özellikle siyasilerden başlayan ve zamanla topluma sirayet edip davranış biçimi alarak ortaya çıkan, bir ulusal meseleyi hep karşıtların veya muhaliflerin üzerinden menfi bir yaklaşımla değerlendirmenin memleket sathında kutuplaşmaya en büyük katkıyı sağladığını inkâr edemeyiz.

İyiyi ve güzeli topluma alabildiğince ayrıntılı anlatacağımıza, toplumsal gelişim ve refahın artması için geliştirilen projelerin faydalarını geleceğin vizyonu üzerinden dile getireceğimize sürekli olarak karşıtların üzerinden salt eleştirel bir tonlama ile bir söylem geliştirmek toplumsal barışı bozucu bir nitelik taşıyor. İktidarıyla, muhalefetiyle, her kesimden basınıyla, yazarıyla, analistiyle, bürokratıyla sürekli bir karşıtlık refleksi kemiriyor güzelim memleketi.

Bugün iyiyi ve doğruyu yapanın kim olduğuna bakıldıktan sonra kişiye göre sevinç ve destek gösterilmesi kutuplaşmanın ne kadar da yoğun olduğunu anlatmaya çalışıyor görmek isteyen gözlere.

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin 2017 sonunda yaptığı bir alan çalışmasına göre, Türkiye’nin yüzde 70’i kendisinden uzak hissettiği siyasi partinin taraftarı veya sempatizanını komşu olarak görmek istemiyor. Yüzde 78’i kızlarının o partinin taraftarlarıyla evlenmesini istemiyor. Yüzde 74 de o parti taraftarıyla ortak bir iş yapmak istemiyor.

İşte kutuplaşmanın somut resmi. Öyle bir ayrışma söz konusu ki, birlikte yaşamak tercih edilmiyor, ortak tasada ve sevinçte buluşulamıyor…

Birilerinin sevinci diğerlerinin üzüntüsü olmuş durumda. Veya tersi.

Almancanın en güzel ama en düşündürücü kelimesi ‘schadenfreude’ tam da bu anlamda, toplum katında böyle ortaya çıkıyor.

Devlet doğal gaz bulduğunda insan sevinmez mi? İnsan doğal gaz bulunduğunda sevinip, sevinmeyeni iyice dışlayıp ötekileştirir mi?

İnsan bir belediyenin başarılarına sevinmez mi? Başarıları görmezden gelip sürekli hata aramaya çalışır mı?

***

Ülkenin geleceği ve toplumun refahı için yapılan hizmetlere neden sevinilmez?

Hizmeti yapan ‘benden’ olmadığı için…  

Tuhaf ve geri dönülmesi her geçen gün zora giren, toplumsal bir ayrışma ve hatta kırılma yaşadığımızı görmüyor muyuz?

Bunu tamir etmek için çalışmayacak mıyız?

Hala tehlikenin farkında değil miyiz?

Yoksa zamanın ruhunun yeni normali bu mu?

Bu normal sonsuza kadar gider mi?