Kaza mı kader mi?

Dalia MAYA Köşe Yazısı
9 Eylül 2020 Çarşamba

Yaşamın her anı çok özel, yeter ki özeli hisset yüreğinde. Yaşamın her anı bir denk geliş. Her anı bir yol. Yoldaydık biz de. Seyr-ü seferdeydik Slow Food İstanbul ekibinin kurucusu sevgili Selda Güleç’in deyişiyle. Yolda. Denk düşüşlerin yoluydu belki de yolumuz. 

Misal... Onunla Kaş’ta karşılaştık ilk defa yüz yüze. Takipleşiyorduk gerçi sosyal medyadan. Ama pek bir iletişimimiz olmamıştı henüz. Derken; bir denk geliş... Hatırladığım en küçük yaşlarımdan itibaren yazan, bırakın kendimi ifade etmenin, daha da ötesinde kendimi sorgulamanın, anlamanın, fark etmenin hatta idrak etmenin en güçlü yolunun yazmak olduğuna inanan ben! Okumayı öğrendiğim andan itibaren bir çok yazarın okurken yoluma ışık olduğunu, olacağını düşündüğüm cümlelerini -bazan da sırf melodisi için- önceleri defterlerime, son yıllarda akıllı telefonuma not eden ben! Ve o: Didem Elif. Nasıl bilebilirdim ki onun hazırlamakta olduğu Likya Sohbetlerinden birini Selda Güleç ile Likya birliği Meclis Binasında gerçekleştirme hayalinde bir figüran olan ben aynı anda bir denk gelişin kahramanıymışım . Öyle bir denk geliş ki! Ben, tüylerim diken diken, gözlerim yaşlı, dinliyorum. “Sizin internet sitenize girdim. Şanslı yazıma baktım...Şans eseri açılan yazı benim bir doğum günüme tarihlenmişti. Ve kaydettim ettim akıllı telefonuma şanslıyazımı”... Tüylerim diken diken, gözlerim yaşlı! Nasıl değerli bir denk geliş! Ben ki yazarların sözlerini defterlerime not ederdim, şimdi de benim bir sözüm bir deftere not edili! Tüylerim diken diken... 

 

Sevgili Felsefe Hocamız Profesör Solmaz Zelyüt’ü dinliyoruz. Descartes’ın felsefesini anlatmaya başlıyor bize dünyanın bilinen ilk meclisinin sahnesinden... Hava sıcak, güneşin altında dinliyoruz: Cogito ergo sum/düşünüyorum öyleyse varım sözünün nasıl bir meydan okuma olduğunu anlatıyor. Kıvrımları arasında yokun yok olduğu çok katmanlı bir var oluş. Hem beni hem seni benim var olduğuma ikna eden sade, net bir cümlecik. Varım! Derken bir gezgin giriyor sahneye köpeği ile birlikte... Dersi fark edip geri çekiliyor. Besbelli o da dinleyici olmak istemekte... Hocamız da fark ediyor durumu “muhteşem bir adam katılmış aramıza” diyerek dahil ediyor onu grubumuza, özüne sadık biri olup olmadığını bilmeden...  Hava sıcak, kaynıyoruz... Meclis binasını bırakıp hemen girişteki çok yıllık misafirperver ağaca yöneliyoruz hep birlikte. Ağacın da misafirperveri olur mu dediğinizi duyar gibiyim. Olurmuş. Biz de bu seyahatimizde gördük. Salkım söğüt gibi düşünün ama salkım söğüt değil. Göğe doğru yükselmiş ve sonra salmış yaprak fışkıran dallarını aşağı; hepimizi altına yerleştirilmiş banklara alacak kadar geniş yuvarlak, gölgelik bir kapalı bir alan yaratmış altında bize. Hoca anlatıyor. Anlatıyor ki, kişinin var olup olmadığını ya da ne olduğunu bilmesi ancak kendisine dair bildiği ne varsa hepsini önüne döküp her birini teker teker incelemesiyle mümkün.  Tıpkı sepetteki çürük elmaları ayıklamak için önce bütün sepeti boşaltıp sonra sağlamları geri koyacağımız gibi. Ve devam ediyor: Yeniden yaratabilmek için kendisini, kişinin kendisini hiçe indirgemeyi seçmesi gerek. Bunun için de cesaret gerek. 

 

Cesaret edeninse yolu açıktır. Dersin sonunda söz alıyor misafirimiz: “Bildiğim her şeyi geride bırakıp uzun bir yola çıkmıştım. Ancak bu yolda cesaretimin yıkıldığı anda siz çıktınız karşıma. Yeniden inandım sayenizde yola.” Tüylerimiz diken diken, gözlerimiz yaşlı uğurladık onu yoluna. Neye niyet neye kısmet derler ya... Kısmet dediğimiz de bazan bir denk geliş değilse ne ola ki? Solmaz Zelyüt ile bir önceki gün şansı konuşmuştuk... Şans mıdır kader midir diye sordukça öğrendik Arapçada kader ile kazanın aynı kökten geldiğini. Bize, birbirine bunca uzak gelen iki sözün aslında nasıl da birbirine aynı düştüğünü, denk düştüğünü öğrendik. Hem ayrı hem aynı... Yoldaydık biz... Akdeniz’imizin turkuaz sularında arınıyor, yeşilinde dinleniyor, lezzetlerini tadıyor, öğreniyor, eğleniyor, denk geliyorduk.. Yoldaydık. Ama belki de yol, coğrafya üzerindeki bir hareketten ibaret değildi. Belki de yol, denk düşüşlerin bizleri taşıdığı hallerin ta kendisiydi. Belki Halil Cibran’ın dediği gibi gerçekten “yürümekle varılmıyordu ama yine de varanlar yürüyenlerdi”. Denk düştükçe varılıyordu belki de. O yüzden güneşi batırırken Akdeniz’in mavi sularına dileyelim. Dileyelim ki yaşam yolunuz güzel denk düşüşler getirsin hepinize siz sevgili okurlarım; her birimize ve hepimize.