Kıpkızıl elma

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
9 Eylül 2020 Çarşamba

Zaman insanları, insan da zamanı şekillendirir. Zamanın ruhu olur biz o ruha göre yaşarız, oradan kaçmak çok zordur. Bizden öncekiler de zamanın ruhuna göre yaşadılar, dünyayı öyle anladılar, algıladılar, yorumladılar. Son günlerde Türkiye’de zamanın ruhunda ‘Kızılelma’ İmgesi var. Ergenekon Destanında Türklerin anayurtlarından ayrılıp tekrar anayurtlarını dönmek ve onu kazanmak arzusunun sembolü olarak genetiğimize giren bu sembol Yeniçerilerin savaşlarda motivasyonlarını artırmanın da bir yolu olmuştu. Kızılelma ise en net açıklamasıyla Türk milliyetçiliğinin ve yayılmacılığının önemli sembollerinden biridir ve Türk devletleri için bir hedefi ve amacı simgeler. Ulaşılması gereken bir yeri, fethedilmesi gereken bir beldeyi ifade ettiği gibi kimi zaman bir devlet kurma idealini, kimi zaman dünya egemenliği idealini, kimi zaman da Türk birliği idealini anlatır. 

Öğrencilik yıllarımda Türkiye’den çıkıp, bütün Orta Asya’yı Türkçe konuşarak Sibirya’ya kadar uzanabileceğimizi anlatmıştı bir hocamız. Zaten milli duyguları doruklarda gezen, Ziya Gökalp şiirleriyle yetişmiş benim gibi bir genç için bu anlatılanlar büyüleyiciydi. Gerçekten de yıllar geçip daha çok öğrendikçe, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ortaya çıkan Türk Devletleri ile ilişkiler kuruldukça gerçeklikleri kavradım. Özellikle de bu ülkelerden gelen öğrencilerim bana kendi dünyalarını, kültürlerini anlattı. Ancak o gençlerin bir vatanları, mensup oldukları ırkları ve idealleri vardı tıpkı bizim Kızılelma’mız gibi. 

Türkçülük düşüncesinin mimarlarından biri sayılan Ziya Gökalp’in şiirlerini yayımladığı ilk eseri Kızılelma’dır. Eserin adı tesadüfen değil belli bir bilinçle budur ve eski harfli baskısını okuyanlar o güne kadar okumadıkları ve duymadıkları yeni sözcüklerle tanışırlar. Doğu Türklerinin başkenti Karakurum’a karşılık bu eser Akkurum’da yani İstanbul’da basılmıştır. Karakurum, bugün Moğolistan sınırları içindedir ve Türklerin bilinen ilk başkentidir. Gökalp, Kızılelma’daki şiirinde şöyle seslenir: “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan/ Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir. Turan.” 

Kızılelma Türklerin tarihteki hedefleri demektir. Ancak ona ulaşmak mümkün değildir çünkü her hedeften sonra başka hedefler belirlenir. Türklerin anayurtları saydığımız özellikle Oğuz Türklerinin kurucusu oldukları Osmanlı İmparatorluğu ve ardından gelen Türkiye Cumhuriyeti Kızılelma’nın çeşitli suretleri gibidir. Hedefler ve sınırlar asırlar boyunda sürekli olarak değişmiş; Osmanlı askeri olarak doğan Türkiye’nin kurucu babaları için mesela Balkanlar’daki topraklarımızın kaybedilmesi büyük travmalar yaratmıştır. Bu ağır acıların baskısıyla Anadolu’yu elde tutmayı kanının son damlasına değin savunmak, ‘Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır’ diyen Mustafa Kemal Atatürk için Anadolu’yu kaybetmemek bir ölüm kalım meselesidir. Ve dönemin Kızılelma ülküsü Misak-ı Milli sınırları içinde gerçekleşecektir. Ziya Gökalp’in şiirinde sözünü ettiği o muhayyel ülke Turan ise Türklerin büyük ve sınırları çizilemeyen, sınırlarla anlatmanın mümkün olmadığı ülkesidir. Varlıkları asırlar boyunca bulundukları her coğrafyada hissedilen, devletler kuran, sınırları değiştiren, kültürüyle, gelenekleriyle zaman zaman içine kattığı topluluklara benzeyen; bazen de geleneklerini bile aktaran Türkler, haritalarını hep değiştirmişlerdir. 16. yüzyıla kadar neredeyse yakın uzak coğrafyasında pek çok toplumu bünyesine katan Osmanlı İmparatorluğu için Turan ülkesi sürekli olarak büyümüş, gelişmiş, Osmanlı’nın Avrupa’da fethetmeyi istediği kentler Kızılelma olarak mesela Evliya Çelebi Seyahatnamesinde anılmıştır. 20. yüzyıla gelindiğindeyse Turan ülkesi neredeyse doğal sınırlarına kadar gerilemiştir. Kızılelma 1453’te İstanbul’un fethidir, 1526’da Mohaç Meydan Muharebesi ile Macaristan’ın ele geçirilmesidir, 1570’de Kıbrıs’ın fethidir, 1586’daViyana kuşatmasıdır; Turan ülkesi gitgide genişlemektedir hep de değişmeye ve genişlemeye açıktır. İstanbul’un fethinden sonra Türk milletinin hedef ve ideali Roma’ya yönelince burası bir Kızılelma olmuştur. Fâtih Sultan Mehmed’in veziri Gedik Ahmed Paşa’nın Otranto Seferi, Kanunî Sultan Süleyman’ın Korfu ve Pulya seferleri, Barbaros Hayreddin Paşa’nın Reggio seferi, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Viyana Kuşatması hep Kızılelma idealiyle açıklanmaya çalışılmıştır. 

Bugünün dünyasında belki Turan ülkesine ulaşmamız kolay değil ama Kızılelma ülküsünü ülkemizin bağımsızlığı, bölünmez bütünlüğünü korumak olarak anlıyorum;  8333 kilometrelik Akdeniz kıyılarımızla ve deniz yetki alanlarımızla uluslararası hukuktan kaynaklanan hak, alaka ve menfaatlerimizi koruma azim ve kararlılığı göstermek olarak anlıyorum, bölgeyle coğrafi olarak uzak yakın ilintisi olmayan devletlerin gerekirse ordularımız tarafından bertaraf edilmesi olarak anlıyorum. Tabi tüm bu anlamalarım son derece sert, ciddi, içinden çıkılması güç travmaların başlangıcı da sayılabilir ama gene kodlarım Kızılelma ülküsünden uzak duramıyor. Her şeye rağmen tüm yollar eninde sonunda bir başka Kızılelma’ya varıyor onun da mimarı ulu önderim Mustafa Kemal Atatürk’ten geliyor: “Yurtta Barış, Dünyada Barış."