Kazan kazan: Ya sonrası?

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
9 Eylül 2020 Çarşamba

İçinde bulunduğumuz yüzyılın beşte birini geride bırakırken, Yakındoğu coğrafyasında son dönemde tanık olunan güç kavgalarının nereye varacağını kestirmek zor. Balkanlardan Kafkasya’ya, Afgan dağlarına dayanan ve içine Doğu Akdeniz ile Ortadoğu’yu da alan bölge, her an sürprize gebe, adeta. Bugün kimi için iyi olanın, kısa zaman sonra kötü sayılabileceği bir belirsizlik içinde debeleniyor ülkeler. Ve toplumlar, bir yanda COVID-19’un etkileri ile boğuşurken, bir yandan da yaşam mücadelelerine devam ediyorlar. Bu güç kavgaları ve bölgenin genel manzarası onları çok da ilgilendirmiyor. Zaten ilgilendirse de sonuç hesaplara etki etmeleri olası değil.

Her şeyin kesif bir sis perdesi ardından izlendiği karışık bir dönemden geçiyoruz. Irak ve Suriye’de yaşananlar bölge için artık tarihe karıştı, sanki… Gündem o denli hızlı değişiyor ki, Afganistan, El Kaide, Taliban, IŞİD uzak geçmişte kaldı gibi. Bunun gerçekten böyle olup olmadığını zaman bize gösterecek.

Şu anda gündemde olan Doğu Akdeniz ve onu çevreleyen ülkelerin konumları… Ve Ortadoğu’da Arap – İsrail yakınlaşmasına doğru atılan adımların getirdiği şaşkınlık. Katar’ı bir kenara koyarsak, Körfez ülkelerinin kâh İran'dan ve onun kanatları altındaki Hizbullah ile Hamas’tan, kâh İhvan hareketinin güç kazanmasından rahatsız olmaları, İsrail’in sınırları ötesinde kendisine dost edinmesini engelleyen zincirlerin kırılmasına neden oldu. Elbette ki böylesi bir gelişme bir anda olmadı ve sıkı görüşmeler ve pazarlıklar sonucu gerçekleşti.

BAE ile İsrail’in attıkları tarihi adımı bu şekilde okumak gerekir. Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan ile İsrail tarihlerinde hiçbir zaman sıcak savaşa tutuşmadılar. Dolayısı ile atılan adımları, daha önce İsrail ile Mısır ve Ürdün’ün imzaladıkları barış anlaşmaları ile mukayese etmek doğru değil. Petrolün değersizleşmeye başladığı, yerine doğal gazın gelme olasılığının güçlendiği bu dönemde, böylesi yaklaşımlar görmek çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Bu arada, Katar ile İsrail arasındaki temasların varlığını da es geçmemek lazım.

Bu anlamda, BAE ile başlayan İsrail’i tanıma adımlarına diğer bölge ülkelerinin de katılacağını öngörmek zor değil... Elbette ki ABD seçim anketlerinde Başkan Trump’ın rakibi Senatör Biden’e karşı bayağı gerilerde olmasının; uzun süredir İsrail sokaklarında Başbakan Netanyahu karşıtı gösterilerin görülmesinin etkilerini de saymak gerekir. Söz konusu gelişmeler biraz da iç politikaya hizmet ediyor.

Aslında yaşanan tam bir “kazan kazan” durumu… Trump’ın seçimlerde yenilgiye uğramaması için bir hikâyeye ihtiyacı var. Atılan her adım bu hikâyeyi daha heyecanlı yapıyor. Son son, Kosova’nın İsrail’i tanıması ve temsilciliğini Kudüs’te açacağını ilan etmesi ilginç. Her ne kadar, dünya siyasetinde çok söz sahibi olmasa da, çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin, İsrail’in başkenti Kudüs’te temsilcilik açacak olmasına, belli ki bazı kesimlerce, simgesel anlam yüklenmiş. 

Bir de Sırbistan olayı var. Sırbistan Başkanı’nın, Oval Ofis’te, müştemilatta yaşayan çalışan misali, Washington – Belgrad arasındaki anlaşmaya imza atması ve anlaşmanın maddelerinden biri olan, elçiliğin Kudüs’e taşınması konusundan habersiz bir tablo çizmesi ayrı bir ironi olmuş. Belli ki Trump yönetimi işi oldu bittiye getirmiş…

Bu durumda, ABD’nin bölgede attığı adımların ne kadar kalıcı olacağını bekleyip görmek gerekecek. Yine de Arap dünyası ile İsrail arasında, zaman içinde Filistin sorunu da hakça çözecek bir yakınlaşma sağlanması son derece yapıcı ve cesaretlendirici bir durum. İran’ın ürettiği olumsuz enerjiyi tersine çevirecek, kavgadan nemalanma siyasetine son verecek yolların aranması ve bunların hayata geçirilmesi, anlaşmazlıkların Müslüman – Yahudi ekseninden kopartılarak, bölgenin refahının arttırılması için güç birliği yapılması, değerli politikalar. Yeter ki bunlar, salt “Düşmanımın düşmanı dostumdur” ucuzluğundan hareketle hayata geçen girişimler olmasın. Yoksa, “Kazan kazan: ya sonrası” noktasına gelinir ki, oradan geri dönmek çok daha zor olur.

İsrail ile olan anlaşmaları sonrasında Akdeniz’e çıkan / çıkacak Körfez ülkeleri bölgede dengeleri değiştirir mi? Değiştirirse nasıl bir tablo ile karşılaşılır? Rusya’nın buna yaklaşımı ne olur? Şu ana dek Yunanistan lehine oluşan durumun Türkiye’ye yükleyeceği maliyet nedir? Türkiye’nin, İsrail – Arap yakınlaşmasına karşı çıkması, bunu yaparken, itirazlarını İsrail ile olan ilişkilerini adeta unutmuşçasına dillendirmesi, kendisini bu tabloda ne kadar zora sokar? 

Ve bu çerçeve içinde değerlendirilmesi gereken Libya ve Suriye konusu var… Yüzyıl sonra, Beyrut patlamasını fırsat sayıp bölgeye iniş yapan Fransa’nın oynayacağı rol var… Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasında arabulucu olmaya çalışan Almanya, Kıbrıs meselesi, NATO’nun takınacağı veya takınması beklenen tutumu var.

Son tahlilde, dünyanın en eski uygarlıklarına, bu arada çekişmelerine ev sahipliği yapmış bölge, bir kez daha ateş altında. 19. yüzyılda, Büyük Britanya Kraliçesi Victoria’nın ‘büyük oyun’ olarak adlandırdığı bitmez senaryonun yine, yeni evresi oynanıyor… Kartlar sık aralıklara bir daha, bir daha dağıtılıyor. Ülkelerinin çıkarlarını gözeten, barışçıl ve dengeli politikalar üretmek de yöneticilere kalıyor.