Sürüden biri

Avram VENTURA Köşe Yazısı
23 Eylül 2020 Çarşamba

Richard Bach’ın Martı kitabını ilk okuduğumdan bu yana kırk yılı geçmiştir. Sanırım bu kitap, beni olduğu kadar birçoğumuzu etkileyen, basıldığı günden beri çok sayıda okura ulaşan ender yapıtlardan biridir. Her elime aldığımda, sayfalarını yeniden keyifle çevirdiğimi söyleyebilirim. 

Öykünün kahramanı olan Martı Jonathan Livingston’un aracılığıyla yazarın verdiği iletiler, insan olma, yükselme, başarma yolunda yürüyen herkes için önemli ve değerlidir. Bana göre kitabın her tümcesi de zengin yorumlara açıktır. Nitekim yeri geldiğinde onlara sığınmış, iletilerini yazılarımda paylaşmışımdır. Kimi zaman okurken üstünde durmadığım kimi sözlerin, gelişen olaylar, yaşadığım deneyimler, elde ettiğim birikimler doğrultusunda yeni anlamlar kazandıklarını görüyorum. Bu da Bach’ın diliyle, Jonathan için söylediği sözlerden biri:

“Sürüden biri olmaya karar verdiği için rahatlamıştı. Artık öğrenme isteğine gem vurmaya gerek kalmayacaktı. Ne yeni girişimler olacaktı ne de yeni başarısızlıklar. Ne hoştu, düşünmemek ve kıyıdaki ışıklara doğru karanlıkta uçmak ne hoştu!”

Sürüden biri olmak ya da olmamak!

Hiç kimseyi hedef almadan, yargılamadan, öncelikle şu soruyu kendime sormak istiyorum: Yaşadığım toplumun bir bireyi olarak, sosyal, siyasal düşüncelerim ya da inançlarımla ilgili, her an farklı söylemlerle karşı karşıya kalıyorum. Bu bağlamda, bana söylenen, dayatılan her düşünceyi, doğruluğunu hiç sorgulamadan kabullenebiliyor muyum?

Bu soruya hiç beklemeden, hayır demek isterdim. Oysaki kimi zaman huzurumu, mutluluğumu, belki de çıkarımı düşünerek sürüden biri olmayı seçmiş, karşı çıkmayı göze alamasam da kayıtsız kalmayı yeğlemişimdir. Bazen farklı duruşumu yazılarımda dile getirmiş, bunları da paylaşmışımdır. Attığım çığlıklar suskunluğum içinde boğulmuş, hiçbir şekilde eyleme dönüşmemiştir. Peki, ya başkaları?..

Bilinç dışı olarak sürüde yer alanlar bir yana… 

Okuduklarım ve yaşadıklarımla, çevremdeki ya da toplumdaki çoğu insanın, sürünün bir bireyi olmayı bilinçli olarak seçtiği kanısına varıyorum. Bilim insanları bunun için çeşitli savlar ortaya koyabilir; oysaki Bach, birkaç sözcükle yalın gerçeği söylüyor: Sürüden biri olmaya karar verdiğimizde, öğrenmeye, sorgulamaya gerek kalmıyor. Bir farklılık yaratmak isterken, yapacağımız bu atılımda başarısızlıktan kaynaklanan bir sorun yaşanmıyor. Huzurumuz kaçmıyor. Yalnız kalma korkusu yaşamıyoruz. Kısacası, kimi değerleri yitirmeyi göze alamadığımız için sürüden hiç kopmamak bizi rahatlatıyor. 

Burada gençler için bir parantez açabiliriz. Onların daha korunmasız ve deneyimsiz olmaları, ayrıca yerleşik düzen ve düşüncelere karşı gelmeleri nedeniyle sürüden ayrılmaları daha kolay görünmektedir. Öte yandan popüler, başarılı, umut aşılayan söylemlerin de onları daha çabuk etkisi altına aldıklarını söyleyebiliriz.

Ne denli karşı çıkmak, içinde bulunduğumuz çemberi kırmak istesek de, çoğumuzun ortak paydası kaygılarımız, korkularımız ve çıkarlarımız içinde şekillenmektedir. Her alanda başarılı ve örnek gördüğümüz insanlar, bizi sürüye bağlayan ortak prangalardan sıyrılmak yürekliliğini gösterebilenlerdir.