Tanzimat döneminde gayrimüslimlere tanınan haklar ve ardından gelişen süreçle birlikte, özellikle Sabetay Sevi vakası sonrası gözden düşmüş ve her açıdan gerileyen Osmanlı Yahudileri, liderleri ve Osmanlı Yahudi basını öncülüğünde tekrardan sarayın güvenini kazanmak ve örnek bir millet olabilmek için kolları sıvamışlardı.
Diğer gayrimüslim milletler gibi saygı gören bir topluluk haline gelmek; Hristiyan ve Müslüman komşuları ile yeni bağlar kurmak ve imparatorluğun gerçek dostları olduklarını her seferinde ispatlamak ile mümkün olabilecekti. Osmanlı Yahudi bankacı, hayırsever Abraham Behor de Camondo 1874 yılında Osmanlı Yahudilerine hitaben şöyle seslenmekteydi: “Sevgili dostlar, size en büyük tavsiyemiz, inancı ne olursa olsun, tüm kardeşlerinizle uyum içerisinde yaşamanızdır. Geçmişin tüm kinini ve üzücü hatıralarını arkamızda bırakalım. Yolumuz hoşgörü, yardımseverlik, kardeşlik yolu olmalıdır.” İlerleyen dönemlerde İzmir’de Ladino dilinde çıkan ‘La Esperanza’ gazetesi baş editörü Aron de Yosef Hazan’ın önerisi ardından yetkili makamların Sultan II. Abdülhamit’ten izin alması ile 1892’de ilk kez Osmanlı Yahudileri bu topraklardaki 400. yıllarını kutlamışlardı. O zamandan günümüze Cumhuriyet döneminde yaşanan üzücü hatıralara, acı olaylara, antisemitizme rağmen Türk Yahudilerinin yöneten erkle ilişkisi her daim sadakatini ispatlaması beklenen, politik iklimlerden etkilenebilen ancak ‘örnek yurttaşlar’ olarak görevlerini sonuna kadar yerine getiren bir anlayışla gerçekleşti. Günümüzde ise, gençler için siyasilerin ‘Yahudi bayramlarını kutlama’ mesajları eski heyecanı uyandırmamakta; antisemitizmden eğitime, eşit vatandaşlıktan, sosyal ihtiyaçlara bu ülkede bir gelecek kurabilmeye dair somut adımlar beklemektedirler. Türk Yahudi Basınının günümüzdeki tek resmi temsilcisi Şalom’un misyonu da bu değişimin lokomotifliğini üstlenmek olmalıdır.
İçinden geçtiğimiz hassas dönem şüphesiz daha uzun vadeli olarak düşünebilecek değişimleri de hızlandırmaktadır. Toplumumuz genelinde ihtiyaçlı sayımızın artmakta olduğu bu süreçte, yeni kaynaklar yaratabilmek için yepyeni projeleri hayata geçirmek zorundayız. Artık kardeşlerimizin yaşamadığı semtlerdeki eski sinagoglarımızın varlığını sürdürebilmek için sivil toplum ile işbirliğinde gerekli restorasyonların sağlanması, kimi vakıflarımızın birleştirilip kaynakların gençlere aktırılması ilk safhada hayata geçirilebilecek projeler olabilir. Günümüzden 30 yıl sonra kurumlarımızdan hangilerinin ayakta kalabileceği, topluma yarar getirebileceği bugünden belirlenecek stratejilerle en doğru şekilde yönetilebilir. Demografik yapımız azaldıkça eski nostaljik hislerimizle zamana direnmek yerine mevcut durumda nasıl kaynaklarımızı daha iyi kullanabileceğimiz üzerine kafa yormalıyız. Şüphesiz bu dönemde koltuklarına sıkı sıkı sarılıp bırakmamakta ısrar eden, değişime kapalı yöneticilerin kurumları en çok kan kaybedenler olacaktır.
Pazartesi Kipur’da birçok dindaşımız mevcut şartlardan dolayı belki de hayatlarında ilk kez bayramın bitişinde Şofar sesini sosyal medyadan dinlediler. Bayram bitimi, sarılıp öpüşmeler yerini uzaktan selamlaşmalara bıraktı. Ancak atalarımızdan gelen öğretilerimiz ile en zor günlerde bile bütün bu olumsuzluklara rağmen bizler Yahudi yaşamını sürdürmeye devam ettik. Önümüzdeki süreçte de değişime direnmeden, başta sağlığımız ve önceliklerimizi elden bırakmadan, evlerimizden başlayarak Yahudi kimliğimizi korumak ve kültürümüzü geleceğe aktarmak hepimizin ortak görevi olmalıdır. Şimdiden vereceğimiz doğru kararlar ile geleceğin bizlere güleceği ve dualarımızın kabul olacağı bir yıl dileklerimle!
Seslendiren: Janet Mitrani