Son birkaç yazımı sizlerin de görebileceği gibi çalışma alanım olan sinemaya ayırdım. Bu alanda özellikle John Le Carre ve Leon Uris romanlarının uyarlamalarına veya bu ekolü kendisine kılavuz edinmiş yönetmenlerin eserlerine yer vermeye çalıştım. Bu yazıda da biraz Eric Rochant’dan bahsetmek istedim... Fransa doğumlu yönetmen, La Femis (École Nationale Supérieure des Métiers de l'Image et du Son) mezunu. 1984’te sinema kariyerine başlayan Rochant’ı, sinema izleyicileri 1994 yapımı ‘Les Patriotes / Vatanseverler’ filmi ile hatırlayacaklardır muhtemelen. Les Patriotes, Cannes ve Ankara Film Festivallerinde de gösterilmiş, gişe başarısını çok gösterememiş, ancak espiyonaj filmlerinde kendine yer edinmiş bir film olarak kabul ediliyor. Ayrıca 2015’ten bu yana Fransız Canal Plus ekranlarında gösterilen ve sonrasında bütün dünyada kendine has izleyici kitlesi elde eden ‘Bureau des Legens / Büro’ dizisini de Eric Rochant yönetmiş. Yönetmenin uzun metraj ve dizi serüvenine ‘Mafiosa’ dizisini de ekleyebiliriz. Bu dizide de Korsika ve Fransa siyasi uyuşmazlığını işlemiş Rochant.
Les Patriotes ve Bureau des Legends yapımları, konu olarak istihbarat dünyasını ele alıyor. Ancak her iki yapımda da bir vuruşta 20 kişiyi yere seren, viyadüklerden atladıktan sonra manava gidiyormuş gibi yolda yürüyen, bir bölge veya ülkenin bütün kadınlarını kendine hayran bırakan karakterler veya anti karakterlerden oluşmuyor. Aksine, günlük hayatın içerisinde, herkes gibi yaşamlarını sürdüren, ancak algıda seçicilik veya yaptığı işi kitabına uygun yapan tiplemeler karşımıza çıkıyor. Esas karakterlerin derin kişilik analizleri, kıskançlıkları, hırsları, korkuları, sevinçleri çok yalın ve sade olarak işlenmiş.
Les Patriotes’de, Ariel Brenner karakteri, Yven Attal’a tabiri caizse ‘cuk’ diye oturmuş. Aliya yapan ama geldiği ortama adapte olamayarak polis tarafından tutuklanan Brenner’in aslında bir nevi metamorfozunu görüyoruz. Bir yanı ile sistemle çatışan, bir yanıyla da içerisinde bulunduğu sistemi korumak için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır bir Brenner görüyoruz. Makyavelist insanların, istihbarat işini yapamayacağını da alttan alta izleyiciye anlatmaya çalışan Rochant, Arien Brenner’i bizlere “Alın bakın bizim makyavelist karakterimizin aslında hâlâ etik değerleri var” mesajı ile takdim ediyor.
Bureau des Legends’de ise ‘Malotrou’ takma ismiyle yıllardır Suriye’de çalışan, esas ismi Guillame Debailly olan ve ‘çalışırken’ Paul Lefebvre ismini kullanan karakterin bu iki isim arasında çokça gidiş gelişini izliyoruz. Bu karakterleri de Amelie filminden de tanıdığımız Matthieu Kossowitzcanlandırmış. Diziyi izleyenlerin ‘İstihbaratçının El Kitabı’nı kendilerinin yazmaları işten bile değil. Dizide verilen örneklerle ‘iş arkadaşına bile güvenme’ mesajı açıkça gösterilmekte. Zaten Fransız Gizli Servisi temelinde yaşanan olayları güncel politik gelişmelerle de harmanlayan bu dizide, her gün ofislerine gelen personel kimsenin gerçek ismini bilmemektedir. Le Carre’in romanlarında yazdığı ve işlediği entrika, arkadan iş çevirme, husumet çıkarma gibi bütün olguları Rochant da bütün inceliği ile işlemiş. Hatta kimi operasyonların başarısızlığı da olayın kendi özeleştirisi yapılarak irdelenmiş. “Aslında yaptığımız iş, bir yabancının hayatını mahvederek onu kaynak olarak kullanma ve kendi ülkemizin güvenliğini sağlama” repliği de dizide çokça tekrarlanıyor.
Rochant, kendi Yahudi kimliğine de dayanarak bu yapımlarda esas karakterleri Fransızca konuşan Yahudi Kökenli oyunculara vermiş. Belki aynı kültürü paylaşarak oyuncularla iyi anlaşabilme politikası da gütmüş olabilir. Bizler seyirci olarak sanırım çıkan iyi işi sadece izlemekle yetiniyoruz diyebilirim.
Yazıma son verirken Roş Aşana’yı tekrar kutlamak isterim. Tutulan Yom Kipur orucunun ve kutlanan Sukot Bayramı’nın hepimize, herkese sevgi, iyilik ve en önemlisi barış getirmesini dilerim. 2020 hafızalarımızda zaten ‘pandemi’ ile unutulmaz yıl olarak yer ettiği için en azından umudumuzu bu özel günlerle dinç ve diri tutalım.