Geçtiğimiz hafta sosyal medyaya çeki düzen vermek için 27 Temmuz 2020’de kabul edilen yasa değişikliği yürürlüğe girdi. Kimine göre interneti ‘zabt-u rabt altına almak’ kimine göre de sosyal medyaya ‘ayar vermek’ amacını taşıyan kanunun internet özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelip gelmediği yeteri kadar tartışılmadı. Ne var ki, sosyal medyayı yasa ile düzenlerken suçluyu değil servis sağlayıcıları hedef tahtasına oturtmak üzümü yerken bağcıyı dövmeye benziyor.
‘We are social’ portalının araştırmasına göre, 2020 senesinin ilk yarısında dünya nüfusunun yüzde 51’i (3,96 milyar kişi) sosyal medya kullanıcısı. Geçtiğimiz beş sene boyunca her yıl ortalama 400 milyon kişi ilk defa sosyal medya kullanır olmuş. Türkiye’deki sosyal medya kullanıcı sayısı 2015 yılında 40 milyon iken 2020’de 57 milyona ulaştı.
Facebook’un aylık kullanıcı adedi 2,6 milyarı, Youtube’un 2,0 milyarı, Instagram’ın 1 milyarı, Twitter’in de 370 milyonu geçmiş durumda. Gerçekten, bu kadar insanın olduğu bir ortamın regüle edilmeden büyümeye devam etmesi kabul edilemez. Olayın ekonomik boyutu şu an için konumuz dışı. Esas konu, sosyal medyada dolaşan içerik ile ilgili yapılacak hukuki düzenlemelerin internet üzerinden bilgiye erişim özgürlüğü ile bireysel ifade özgürlüğünü kısıtlamak için kullanılıp kullanılmayacağı. İnternetin regülasyonu, Alman siyaset bilimci Habermas’ın tanımladığı ‘kamusal alan’ içinde bireysel özgürlükler ve özel hayatın mahremiyetinin korunması ile kamu yararının gözetilmesi arasında önemli ideolojik tartışmalara yol açmış durumda.
2016 senesinde patlak veren Cambridge Analytica olayı ile sosyal medya platformlarında manipülasyon yaparak seçim sonuçlarının etkilenebileceği açıkça göründü. Batı ülkelerinde büyük vaveyla koptu, demokrasiler tehdit altında denildi. Altın yumurtlayan tavuğun mucidi Zuckerberg birçok Senato üyesinin önünde hesap vermek zorunda kaldı. Kişilerin özel bilgilerini ticari amaçlar ile kullanıyor olmakla suçlandı, ticari saikler ile seçimler üzerinde politik etki yaratmak isteyen dış güçlere çanak tutmakla itham edildi. Oysa aynı toplantılarda Zuckerberg, Facebook platformunda giderek artan nefret söylemi, sahte haber, cinsel istismar, ayrımcılık ve ırkçılık gibi suçlarla mücadelede yalnız bırakıldığını söylüyordu.
Türkiye’de internet ortamında yayınlanan suç sayılabilecek içeriğin engellenmesine yönelik düzenleme ilk olarak 2007 senesinde yasalaştı. Eski yasada ‘sosyal medya’ kavramı bulunmuyordu. Bu sene temmuz ayında yapılan ilaveler ile başta Facebook, Youtube ve Twitter olmak üzere sosyal medya platformları yöneticilerine zararlı veya suç içeren yayınları kaldırmak ile ilgili önemli sorumluluklar yüklendi; uyum sağlamayana önemli para cezaları getirildi. Ne var ki, insan icadı içeriğin ne olduğunu bilmeden neşredip kaldırmayanlara büyük cezalar verilirken, sorunlu içeriği sosyal medyada yayanlara cezadan bahsedilmiyor veya uygulanmıyor.
Bizdeki sosyal medya yasası malum sebepler ile biraz alelacele hazırlandı. Hazır bir çerçeveden yararlanmak gerekiyordu ve Almanya’da 2018 senesinde çıkarttığı ‘NetzDG’ diye adlandırılan yasa baz alındı. Almanya’da günde 2 milyon erişim filtresi baz alınır iken bizde bu 1 milyon erişim olarak uygulandı. Ne var ki, Almanya’da nefret söylemi ceza yasalarına göre suç iken bizde net olarak nefret söylemi uygulayanlara kamu davası açılmıyor. Tabiri caiz ise, internet yasasındaki yeni değişiklik ile sosyal medya şirketlerini kuyruğundan tutup ilk aşamada ‘muhataplık’ sorunu çözülmeye çalışılıyor.
Bu arada, mahkemelerden nefret söylemi vb. gibi suçlara maruz kalan mağdurlara herhangi bir tazminat ödenmesi kararları çıkmaz iken, itiraz edilen içeriği süresinde kaldırmayan sosyal medya şirketlerine kesilecek cezanın 50 milyon TL’lere varması düşündürüyor. Almanya’da bazı durumlarda bu ceza 50 milyon Avro’ya kadar çıkabiliyor. Sosyal medyayı kontrol etme yasalarında cezaların suça göre değil, ödeyecek olanın mali gücüne göre tayin edilmesi gibi yeni bir boyutdikkat çekiyor.
Öte yandan, büyük sosyal medya şirketleri milyarlarca insanın milyarlarca aktivitesindeki olası suç unsurlarını ayıklamak için zaten ateşten gömleği giymiş durumdalar. Nasıl mücadele ettiklerinigüncel olarak transparency.facebook.com, transparency.youtube.com veya transparency.twitter.comsayfalarında görebilirsiniz. Zararlı içerik kaldırma işi bugün ağırlıklı olarak yapay zekâ yardımı ile sürdürülüyor. Yine de yetmediği için, yapay zekânın filtrelediği olaylar insan gözüyle bir kez daha değerlendiriliyor. Facebook’un sadece Almanya’da 1200 gözetmeni bulunuyor, yaptıkları iş pirinç tanelerinin içinden taşları ayıklamaktan çok daha zor. Facebook’un bugün 70 lisanda sunulduğunu düşündüğümüzde, her kültürün kendi hassasiyetlerini yakalayabilecek kadar gelişmiş bir yapay zekâya ulaşmanın imkânsızlığını daha iyi anlayabiliyoruz. Bunun yanı sıra, aynı cümleyi biri ifade özgürlüğü olarak değerlendirebilirken, bir yanındaki suç unsuru olarak görebiliyor.
Özetle, nefret söylemi, sahte haber, ırkçılık yapanlarla demokrasileri manipüle etmeye çalışanlar internet pınarından içtiğimiz bilgi suyuna her gün biraz daha fazla zehir karıştırıyorlar. Yasalar şimdilik zehri üretenler ile değil, kanalında taşıyanlar ile uğraşıyor. Sosyal medya şirketlerine yardımcı olup suçu üretenleri bulmak ve cezalandırmak ile uğraştıkları gün, internetteki özgürlük alanının geleceği güvence altına alınabilecektir.
Freedom House yazarları Adrian Shahbaz ve Allie Funk ‘The Crisis of Social Media’ başlıklı makalelerinde şöyle yazıyorlar: “İnternet özgürlüğünün geleceği, bizim sosyal medya problemini çözebilmemize bağlı”[1].
Uç noktalardaki örneklerden dolayı toplumun internet üzerinden bilgiye erişimini ve ifade özgürlüğünü kısıtlamayı hedefleyen yasalar, uygulamada önemli sakatlıkları da beraberindegetirme riski taşıyor.
[1] https://freedomhouse.org/sites/default/files/2019-11/11042019_Report_FH_FOTN_2019_final_Public_Download.pdf