“Son iki yüzyılın bilimsel ve teknolojik keşifleri göz önüne alındığında, dünya hiç bu kadar hızlı değişmedi. Yakında sadece çevremizi değil, kendimizi ve bizden sonraki kuşakları da temelden dönüştürecek daha büyük güçlere sahip olacağız.” (Derek Parfit)
Birçoğumuz günlük hayat sıkıntıları, geçim veya gelecek kaygısı sorunları, hastalıklar, COVID-19 ve nice başka bireysel dertlerle günlerimizi heba ederken, diğer yandan siyasetle ilgili gelişmeleri ruhsal durumumuzun izin verdiği ölçüde, mesela adaletsizlikler, Doğu Akdeniz meselesi veya algıda seçicilikle Azerbaycan- Ermenistan savaşı, ABD seçimleri, Donald Trump’ın gerçek üstü gibi görülen davranış biçimi veya İsrail- Arap meselesiyle ilgilenirken, başka başka insanlar bambaşka ama tüm insanlığı toptan ilgilendiren çok farklı boyuttaki bir konuya kafa patlatmakla meşguller.
Mesele, ünlü çağdaş İngiliz düşünür Derek Parfit’in 2017’de vefat etmeden önce yazdığı ‘On What Matters’ kitabında “Tarihin menteşesinin üzerinde yaşıyoruz” söyleminden hareket eden Oxford ve Cambridge kaynaklı İngiliz filozof ve bilim insanlarının başlattığı bir tartışma ile ilgili.
Parfit şöyle demişti: “Son iki yüzyılın bilimsel ve teknolojik keşifleri göz önüne alındığında, dünya hiç bu kadar hızlı değişmedi. Yakında sadece çevremizi değil, kendimizi ve bizden sonraki kuşakları da temelden dönüştürecek daha büyük güçlere sahip olacağız.”
‘Tarihin menteşesi’, geriye dönülmesi mümkün olmayan yeni bir yol eşiğinde olunduğunu anlatmaya çalışan bir söylem.
Gerçekten de insanlık tarihinin en önemli bir dönüm noktasında mıyız?
İngiliz astronom Martin Rees'e kulak verelim: “Dünyamız 45 milyon yüzyıldır varlığını sürdürüyor, ancak yaşadığımız yüzyıl çok özel bir zamanı yansıtıyor. Gezegenimizin geleceğinin tamamen elimizde olduğuna dair bir ilki gösteriyor bu yüzyıl.”
Cambridge Üniversitesinde bu bağlamda, Varoluşsal Risk Çalışmaları Merkezini kuran Rees, ilk kez, biyosferi geri döndürülemez bir şekilde bozmaya veya uygarlığa felaket getiren bir gerilemeye neden olacak şekilde teknolojiyi yanlış yönlendirme yeteneğine sahip olduğumuzu söylüyor.
Oxford Üniversitesinden felsefeci Toby Ord’a göre, insanlık bugün, yanlış bir adımın felaket anlamına gelebileceği bir uçurumun kenarında bulunmakta. Ord’un görüşüne göre, zamanımızı özel kılan gerçek, atalarımızın asla karşılaşmadığı, nükleer savaş veya tasarlanmış katil patojenler gibi tehditler yaratmış olmamızdır.
Medeniyetin sonunu getirebilecek bu olayları önlemek için çok az çaba harcıyoruz. Örneğin, süper korona virüs gibi biyolojik silahların geliştirilmesine yönelik küresel bir yasağı içeren BM Biyolojik Silahlar Sözleşmesi, ortalama bir McDonald's restoranından daha küçük bir bütçeye sahip.
Tarihin geri dönülemez bir noktasında olduğunu iddia eden kimi düşünürler yakın geleceğimizi menfi olarak etkileyebilecek ve hatta insanlığın sonunu geri getirebilecek, yapay zekânın daha da geliştirilebilecek versiyonu olan süper yapay zekânın ölümcül tehlikesine dikkat çekiyorlar.
Aynı araştırmacılara göre, çok güçlü süper zekânın kendisi, sahip olduğu hedef ve ihtiyaçlara bağlı olarak insanlığın kaderini her zaman belirleyebilir. Ancak bu araştırmacılar farklı senaryolardan da bahsediyorlar. Onlara göre, yapay zekâyı ilk kim kontrol ederse medeniyetin geleceğini ona göre şekillendirilebilir. Bu da pekâlâ, onu herkesin yararına yönlendiren ve iyilik için kullanan veya tersine, bu gücü tüm muhaliflere boyun eğdirmek için kullanmayı seçen kötü niyetli bir hükümet olabilir. Bu nedenle dünyanın kalburüstü kimi altrüist bilim insanları ve araştırmacıları kariyerlerini yapay zekânın güvenliği ve etik kuralları üzerinden oluşturmuş durumdalar.
Son olarak da karbon emisyonlarının ve ormanların yok edilmesinin yarattığı iklim değişikliklerinin tarımı bitirebileceği tezinden hareket eden bilim insanları insanlık tarihinin en büyük dönüşümlerinden biri olan tarım kültürünün yok olmasını insanlığın yok olması ile koşut görmekte.
***
Tarihin olağanüstü bir dönüm noktasında henüz olmadığını ileri süren bilim ve felsefe insanları da mevcut pek tabii ki. Bunların başında yine Oxford Üniversitesinde felsefe dersleri veren düşünür Will MacAskill geliyor. Askill, önemli değişim ve bunların getireceği kalıcı hasarları öngörmekle birlikte henüz tarihin bu aşamasında olmadığımızı iddia ediyor. Önyargılarımız ve kimi gerçeklere değerinden fazla kötümser anlam yüklemenin insanı, tarihin dönüm noktasında olduğu yanılsamasına götürebilir. Örneğin 1980’lerde nanoteknolojinin insanlık için çok büyük risk olduğunu düşünenler yanılmış oldular. Bazen her şeyin daha kötüye gittiği düşüncesi çoğumuzu önyargı sarmalında nefes alamama noktasına da getirebilmekte.
Askill, bir memeli türünün yaşam süresinin ortalama bir milyon yıl olduğu gerçeğinden yola çıkarak insan türünün önünde, kendini geliştireceği ve diğer gezegenlerde yaşam alanları kuracak kadar çok uzun bir zamanı olduğu düşünüldüğünde henüz tarihin menteşesi noktasında olmadığımızı savlıyor.
Buna karşın günümüzde, düzeltilmesi gereken birçok ortak yanlışın olduğunu da kabul ediyor. Alınacak kararların belli olduğunu sadece siyasi iradenin bazen çok eksik kaldığını iddia ederken, geleceği olumlu şekillendirmekte ne kadar başarılı olup olmadığımızı tarihçilerin yazacağını söylüyor.
xxxx
Gezegenimizi fiziki olarak karbon, plastik ve nükleer atıklarla yaşanmaz hale getirirken, Bekir Ağırdır’ın, son kitabı, ‘Hikâyesini Arayan Gelecek’te ifade ettiği şekliyle ‘yerkürenin ritmi değişirken’, tavan yapmış toplumlar arası gelir eşitsizliği, insanlık için bir başka tehdit olan ve acilen düzeltilmesi gereken devasa bir evrensel sorun olarak karşımızda duruyor olabilir.
Dünya nüfusunun yüzde 1’inin, dünya zenginliğinin yüzde 44’ünü elinde bulundurduğu bir yaşam alanında insanlık nereye evrilir?
Yoksa Homo Sapiens tarihinin asıl menteşesi/dönüm noktası, bu devasa eşitsizlik kara deliğinde mi yatıyor?