Siz de fark ediyor musunuz? Ne çok şikâyet ediyor insan gün içinde trafikte, evde, ondan, bundan, şundan… Gelenden, gidenden... Gelmeyenden ya da gitmeyenden… Olandan, olmayandan... Özünde en çok da kendinden… Özellikle de bir COVID’li ile temasta bulunma nedeniyle kendimi eve kapattığım günlerde ne kadar çok şikâyet ettiğimi fark ettim. O kadar şikâyet ediyormuşum ki sıkıldım. Kendimden sıkıldım. Bu sefer, sıkıldığımdan şikâyet eder buldum kendimi. Olanlara şükrediyordum tabi ki... Yaşamış olduğum her deneyime... Sevdiklerime, sevenlerime… Ama yine de şikâyet hali şükür halinin önüne geçmeye başlamıştı. Yapamadıklarım, hayatın engelledikleri, belki de kendi kendimin engelledikleri... Kendi kendime bir kurbana dönüştürmüştüm kendimi. Bir hapislik; bir içinden çıkmama, çıkamama hali... Bir sıkışmışlık...
Derken bir sabah, tepetaklak sabah yazılarımı karalarken günlük defterime, bir kutu üretim fikri şekillendi sayfada. Bir kutu. Hani işyerlerinde olur ya: Bir ‘şikâyet kutusu’. Ama benim hazırlayacağım kutu başka bir kutu olacaktı. Adı farklı olacaktı. İşlevi de farklı olacaktı. Bu kutu bir ‘şikâyet reddetme kutusu’ olacaktı. Kendime bir oyun sabahı planladım. İçimdeki çocuk ruhuma izin verdim. Basit bir kumbara olarak düşünebileceğiniz kutuyu hazırladım. Sade bir şekilde süsledim. Adını -eğlenceli olsun diye- ‘box of no şikâyet’ koydum. Şikâyetleriniz itina ile reddedilir. Salonumun başköşesine koydum. Kendimi her şikâyet eder bulduğumda kutuya bir lira atacaktım. Bir lirayı değersiz bulmayın, günde kaç kere şikâyet ettiğinize göre ciddi bir rakam oluşabiliyor. Kendime 1 ila 3 ay arası zaman tanıdım. Bu sürenin sonunda biriken rakamı bir ihtiyaçlıya verme niyeti ile yola çıktım. Kutuya bir de boş kağıt eşlik ediyordu. Şikâyetlerimin tarihini, saatini ve içeriğini yazacaktım. Açıkçası şikâyet reddetme kutusu şikâyetlerimi azaltıp şükrümü arttırmaya yarayacak mıydı, merak ediyordum. Evimde kendi kendime bu deneyi sürdürürken, kutuya para atarken bazı şikâyetlerin çok derin olduğunu fark ettim. O kadar ki, kendimi o yoğun şikâyet anında fark edince ağzımdan “Gitti 10 lira” lafı çıkıveriyordu. 1 lirayı (ya da 10) kutuya atarken ruh halim değişiyordu. O şikâyet duygusundan çıkıp kendimi bir oyunun içinde eğleniyor buluyordum. “Box of no şikâyet” işe yarıyordu. Eylemsellik insanın duygu halini dönüştürebiliyordu. Şikâyetlerin azalıp azalamadığını izlemek için başlattığım liste öngörmediğim bir sonuç yarattı. Günün hangi anında en çok neden şikâyet ettiğimi fark ettim. Gün içindeki boşluk anlarımı, şikâyet etme döngülerimi fark ettim. Şimdiye kadar hep olumluyu belirginleştirmenin onu yaşamımıza katmaya yardım ettiğine odaklanırdım. Bazan olumsuzu belirginleştirmek de onu yaşamımızdan atmamıza yardımcı olabiliyormuş. Deneyimledim.
Kutuyu ilk hazırladığımda biraz da oyunun bir parçası olarak onu sosyal medyada tanıtmıştım. İlginç yorumlar geldi. Birkaç arkadaşım da kendi şikâyet reddetme kutularını hazırlayacaklarını söylediler. Kimi, bu dönemde bu ülkede böyle bir kutu hazırlamanın onları iflasa götürebileceğini düşündü. Onlara mesajım, bütün şikâyetleri arasında dönüştürmek istedikleri ya da en çok şikâyet ettikleri üç konuyu belirlemeleri oldu. Neyi fark edebilirse onu dönüştürebiliyor insan. Ve üç hiçten büyüktür.
Sonuç ne mi oldu? Şikâyet eğrisi düzenli bir eğri olmamakla beraber, henüz ikinci haftanın sonunda şikâyetsiz günler yaşamaya başladım.
Ezcümle, şikâyet reddetme kutusu işe yarıyor görünüyor. Ama sanırım kutunun işe en çok yaradığı yer, günümü bir oyun havasında geçirmeme aracı olması, hayata bir tutam eğlence katması.
***
Yazın son demleri, açık havadan, serin sonbahar esintisinden, ılık güneşten mümkün olduğunca istifade etmeli... Önümüzde evlerimize kapalı kalacağımız uzunca bir kış var. Oyunu yaşamlarımıza dahil etmek bu süreyi eğlenceli ve daha şükürde yaşanılabilir kılmaya yardımcı olacaktır. Sizler de yaratacağınız oyunları benimle paylaşmaya ne dersiniz?