Vazgeçebilmek

Avram VENTURA Köşe Yazısı
21 Ekim 2020 Çarşamba

Yaşıtlarım mutlaka anımsıyordur. Çocukluğumuzda tutumluluk geçerli bir erdemdi. Aile içinde ya da okulda olsun gerekli uyarılar yapılır, her konuda ihtiyacından fazlası için hiç kimse özendirilmezdi. Eşyalarımız oldukça sınırlıydı. Giysilerimizin bizi utandırmayacak düzeyde ve mutlaka temiz olmasına dikkat edilirdi. Elbette ki zengin ile yoksul arkadaşlarımız arasında farklılıklar vardı, ama günümüzde olduğu gibi bu ayrım uçurumlar oluşturmuyordu. Toplum olarak sağlanan bu bilincin yanında, o yıllarda tüketimi kışkırtan kitle iletişim araçlarının olmamasını en önemli etken olarak görüyorum. Çoğu ürünün ülkeye girişi zaten yoktu, yurt dışına gidebilen sınırlı sayıda insanın dışında bırakın satın almayı, kimi ünlü markaların adını bile bilmeleri olanaksızdı. Bu yüzden hiç kimseyle, kullandığımız ürünlerin birbirlerine karşı üstünlüğünü kıyaslama olanağımız da yoktu.

Günümüz için bir şey söylemeyi gereksiz buluyorum. Nasılsa herkes aile içinden, yakın çevresinden, okuduklarından kendine göre bir sonuç çıkarabilir; ama ben sözü şuraya getirmek istiyorum: Bir yandan tüketim çılgınlığı dünyanın her yöresinde sürerken, öte yandan kimileri, vazgeçmenin erdemlerini anlatmaya çalışıyor. Yalnızca kullandığımız ürünlerden değil, alışkanlıklardan, düşüncelerden, ilişkilerden…

Vazgeçebilmek kitabının çok satan Amerikalı kişisel gelişim yazarı Guy Finley, şunu söylüyor: “Onsuz yaşamaktan korktuğunuz bir şeyi geride bıraktığınızda kaybettiğiniz tek şey korkunun kendisidir.” Kitabın bir başka yerinde de, ister ağaç ya da insan, tüm canlıların yaradılışında, gerekmeyeni bırakmak olduğunu söyler.

Kendi payıma ekonomik düzenin tüketimi kışkırtan yayınlarını izlerken, kimi düşünür ve yazarın karşıt düşüncelerini de ilgiyle okuduğumu söyleyebilirim.

Bu satırları yazarken, günümüzden nerdeyse iki bin dört yüz yıl önce yaşamış ilginç bir düşünür, Sinoplu Diyojen geliyor aklıma. Nerede onun bir sözü geçse beni düşündürtüyor, gülümsetiyor; ama yaşamıyla ilgili okuduklarım, bir insan olarak bu düşünüre olumlu yaklaşmamı engelliyor. Nitekim o da kendini “kinik” yani köpek olarak nitelendiriyor. Bir fıçı içinde yaşadığını, dilenerek karnını doyurduğunu, yerleşik düzene karşı olduğunu, ihtiyaçlarını en düşük sınırda tutarak hayatını devam ettirdiğini biliyoruz. Gündüz elinde fenerle adam aradığını, Büyük İskender’in her tür bağış önerisine karşılık, ona yalnızca gölge etmemesini söylediğini, her adı geçtiğinde okuyoruz.

Diyojen, her şeyden vazgeçerek özgürleştiğini söyler. Bu sözüne de, hiçbir şeyi olmayanın hiçbir şey yitirmeyeceğini ekler. Bu yüzden çıplak ayakla, bir fıçıya sığınarak, sırtında yalnızca bir abayla, felsefesi doğrultusunda yaşamını sürdürmüş. Zengin olan kimdir, sorusunu da, “Kendine yeten insan” olarak yanıtlamış.

Kuşkusuz Diyojen, her çağ ve koşulda karşıt bir örnek olarak görülebilir, ama bu farklı düşünce ve eylemleriyle günümüze kadar ününü korumuş. Kendi payıma bu hayat tarzını onaylamasam da, sözlerini keyifle okuduğumu söyleyebilirim.

Daha da önemlisi, bütün düşünürlerin söyledikleri bir yana, safra attıkça yükselen balonlar gibi, nelerden vazgeçebileceğimi düşünerek kendime yeni bir yol haritası çizebilirim.