Değerli bir ismi, Jak Kamhi’yi geçtiğimiz hafta ebediyete uğurladık. Yaşamı, yaptıkları, Türkiye’de sanayinin gelişmesi için harcadığı çaba, özellikle de dış politikadaki emekleri ile ilgili çok sayıda yazı çıktı basında ve sosyal medyada. Adeta görev süresi hiç sona ermeyen bir büyükelçi gibi çalıştığı, Türkiye’nin yurt dışında daha olumlu tanıtılması için yaptığı çabaların altı çizildi.
Bir dönemi anlamak ve Kamhi’nin verdiği mücadeleyi o dönemin şartlarıyla, olanaklarıyla, o dönemin bakış açısıyla anlamanın çok değerli olduğunu düşünüyorum. Kendisiyle tanışma şansına sahip olamadım. Ancak, o dönemin perdesini aralayabilmek için elimizde çok önemli iki kaynak var. Birincisi; hayatını, acılarını, yaşadıklarını, hem başarılı bir iş insanı ve girişimcinin, hem de ülkesinin daha iyi tanıtılması için yaptığı çalışmaları anlattığı, kendisinin kaleme aldığı kitabı (Gördüklerim, Yaşadıklarım, Remzi Kitabevi, 2013). Diğeri ise yine kendi sözleriyle hayatını anlattığı ve o dönemin tanıklıklarıyla zenginleşmiş olan 32. Gün belgeseli. Birçok Batı ülkesinin aksine Türkiye’de çok az sayıda değerli kişinin anılarını yazdığına, bu sayede sonraki nesillere yol gösterdiğine, tecrübelerini aktardığına şahit oluyoruz. Sırf bunu yapmış olması bile onu benim gözümde farklı bir yere koymaya yetiyor.
Vefatının ardından yazılı basın ve sosyal medyada ardı ardına çıkan yazıları görünce Jak Bey’in unutulmadığını, ne kadar sevilip, takdir edildiğini görme fırsatı yakaladım. Ancak bu yazıların bana düşündürdüğü, dikkatimi çeken apayrı bir konu oldu.
Kamhi hakkında çıkan yazıları okurken aklıma düşen ilk düşünce -içinde Yahudi kelimesi geçen bir yazıda sadece olumlu şeyler de yazılabiliyormuş- oldu. Yazıları okurken yalan söylemeyeceğim bir ‘ama’ bekledim. Pek yoktu. Şaşırdım.
Çalışmalarım gereği içinde Yahudi, Musevi, İsrail vs. geçen yazıları elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Bu konuda söyleyebileceğim ilk şey, Türkiye’de, Yahudi’ye veya İsrail Devletine vurmanın, aşağılamanın, kötülemenin kolaylığı karşısında, Yahudi veya İsrail hakkında olumlu bir şey yazmanın/söylemenin ne kadar zor olduğu.
İstisnalar kaideyi bozmaz. Genelde bu iki konuda fikirlerini belirtmek isteyenler kendilerini her zaman garantiye alma ihtiyacı içinde oluyor. Bu nedenle yazının veya konuşmanın bir yerinde ‘ama’ diyerek, olumsuz bir konuyu da hatırlatma gereği hissediyor. Örnek vermem gerekirse, İsrail’in sulama teknolojisi alanında yaptığı gelişmelerden bahseden bir yazı mı okuyorsunuz, mutlaka bir yerinden Gazze girer veya Mavi Marmara eklenir. O kadar içselleştirilmiştir ki bu durum, pek kimse “Bir dakika bunun bununla ne alakası var?” diye durup düşünmez.
İsrail genelde olumsuz anlam yüklenmiş bir tamlama ya da benzetme ile birlikte kullanılır. “İtrail, bebek katili, Siyonist” gibi. Yahudiler de bu durumdan nasibini alır. Hatırlar mısınız bilmem, birkaç yıl önce yaşlıca bir çift evlerinde vahşi bir şekilde öldürülmüştü. Haberlerde hemen Yahudilikleri ve zenginlikleri ön plana çıkarılıp bir de başlıkta kelime oyunu yapılarak adeta dalga geçilmişti bu korkunç cinayetle. Yazılanları burada tekrarlamaya gönlüm razı gelmiyor.
Sorunun sadece basın veya sosyal medya ile sınırlı kaldığını da düşünmeyin. Şahsen tanık olduğum bir olayı anlatayım. 27 Ocak Uluslararası Holokost Anma Günü için Ankara’da düzenlenen ilk törende, İstanbul ve diğer şehirlerden gelen 100-150 Türk Yahudisi devletin attığı bu tarihi adımı paylaşmak için tören salonunda hazır bulunuyordu. Herkeste büyük bir heyecan vardı. Devlet, tüm dünya Yahudilerini derinden etkileyen korkunç soykırımı, Holokost’u, ülkenin başkentinde anacaktı. Ancak bu heyecan oldukça kısa sürdü. Devleti temsilen konuşma yapan kişi -böyle bir günde- konuşma metninin dışına çıkarak, kendini kaybedercesine bir şevkle, Filistinlilerin acılarından bahsetmeyi tercih ettiğinde o ışık bizler için yeniden söndü. En çok istediğim salondan kalkıp gitmekti. Sıranın ortasındaydım gidemedim. Yanımdakilere baktım hareket edemiyordu. Donup kalmıştı herkes. Hiç beklenmeyen, zayıf, hazırlıksız bir anımızda yine olan olmuştu.
Diyeceğim o ki, Türkiye’de bu iki konuda ‘ama’sız bir yazı veya konuşma bulmak neredeyse imkansız. Bu nedenle Jak Kamhi ile ilgili yazılar bir hayli şaşırttı, hasret kaldığım bir yazma şekli dedim. Hasret kelimesini kullandım ancak burada da bir düzeltme yapmam gerekiyor. Hasret kelimesi özlemek anlamını içeriyor, bir beklentiden bahsediyor. Oysa bu konuda herhangi bir beklentim yoktu. Hani derler ya kendini hep en kötüsüne hazırla, böylece ne gelirse gelsin sana iyi gözükür, o durumdaydım. Nedenine gelince, bu günlerde yaşadığım şehrin sokaklarında dinimi aşağılayan koca koca billboard’lar yok, dua ettiğim sinagoga gidip ‘yıkılacak mekan’ yazan bir öğretmen veya tekmeleyen kalabalıklar yok. Bir kere bu tecrübelerden geçmiş olunca, benzer olayların şimdilik tekrarlanmamış olmalarına “Buna da şükür” derken, çok fazla bir beklenti içine girmek pek mümkün olamıyor.
Dikkatimi çeken ikinci konu ise, yıllar sonra ilk defa Yahudi lobisi olumsuz anlamda kullanılmadı bu yazılarda. Hatırlarsanız bir ara her şeyin lobisi çıkmıştı. Komplo teorilerinin ana aktörü olmuştu lobiler, dünyayı yöneten aileler ve baronlarla birlikte. Faiz lobisi mesela, ilk aklıma gelen. Hatırlıyorum o dönem Twitter’da tepkimi “Lobi kelimesinin sadece otelleri çağrıştırdığı zamanlara dönsek” diyerek göstermiştim.
Komplo teorilerinin başkahramanları Yahudiler ve Yahudi lobisi olunca, Jak Kamhi’nin Türkiye için yaptığı çalışmalar da ‘lobiler zararlıdır’ inanışı içinde kötülenmiş oluyordu bu mantıkla bakıldığında. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her ABD ziyaretinde Yahudi kurumları ile görüşmesi de anlaşılmaz bulunuyor, genelde gazetelerde küçük puntolarla geçiştiriliyordu.
Yahudiler ve İsrail Devleti hem birbirinin uzantısı, hem de kötülüğün merkezi olarak gösterildikçe, Kadir Has Üniversitesinin araştırmasındaki gibi halkın tehdit algısı sıralamasında İsrail her sene ilk üçe girer, Yahudi’den komşu bile istenmez hale gelir. Öte yandan bu karalamanın ortasında kalan Türk Yahudileri farklı fırsatlarda devlet tarafından ‘diğer zararlı’ Yahudilerden özenle ayrıştırılır ve ‘bizim Yahudilerimiz’ diyerek bir nevi koruma sağlanır.
Jak Kamhi’nin vefatı sonrasındaki olumlu yazılar, gazeteci büyüğüm Sami Kohen’e çoktan hak ettiği ödülün verilmesi bu haftayı hem unutulmaz, hem de oldukça ilginç hale getirdi. Kafamda birçok soru pır dönerken, sevgili Sami Kohen’i en içten duygularımla tekrar tebrik ediyor, Sayın Jak Kamhi’ye rahmet, acılı ailesine başsağlığı dileklerimi iletiyorum.