Gaz çıkarmak, pırt yapmak, ayıp olacak ama osurmak ya da tıbbi terimiyle yellenmek -ki o bile kurtarmıyor- her ne derseniz deyin toplumumuzda yapması hatta bahsedilmesi çok ama çok ayıplanan bir eylem. Nihayet Evrenin Sırları köşesinde bu konuda yazmak nasip oluyor. Buna vesile olan da ironik bir şekilde mitolojide Güzellik Tanrıçası olan Venüs. Herkes yellenir, güzeller güzeli kadınlar da krallar da… Hatta size bir ‘fun fact’: 41-54 yılları arasında Roma İmparatoru olan Claudius’un akşam yemeklerinde gaz çıkarmanın normal olduğunu ilan eden bir yasa çıkardığı tarih kitaplarında yer alır.
Bazı canlı organizmalar diğerlerine göre bu eylemi daha sık yapmak durumundadır. Bu onların fizyolojik bahtsızlığıdır. Böyle olduğunu bizzat deneyimlediğiniz bir arkadaşınız varsa sizi kendisine ne kadar yakın gördüğünü bilerek ona tamamen güvenebilirsiniz. Gerçek samimiyet arıyorsanız sözlere değil eyleme prim vermelisiniz. Burası bir bilim köşesi olduğu için konuyu daha fazla uzatmayacağım ama aslında çok uzatmak istiyorum.
Her canlı organizmanın içinde ister istemez gaz birikir. Bu gazı oluşturan ise bağırsaklarımızda yediklerimizi çeşit çeşit kimyasal faaliyetler ile sindirmemizi sağlayan bakterilerdir. Bakterilerin sorumlu olduğu bu gaza konuşurken yuttuğumuz hava da eklenir. İçimizdeki gaz mutlaka dışarı çıkmalıdır ve çok şükür ki bunun için muhtaç olduğumuz delikler mevcuttur. Yellenme sırasında ortaya azot, hidrojen, karbondioksit, oksijen gibi bildiğimiz atmosferimizde bulunan gazlar yanında metan ve sülfürik hidrojen de çıkıyor, koku da dolayısıyla.
Gelelim fosfine. Üç hidrojen atomu ve bir fosfor atomundan oluşan bir molekül olan fosfin berbat kokan, toksik bir gaz; Dünya’da bataklıkların dibinde, canlıların bağırsaklarında ve yellenmelerinde ortaya çıkıyor. MIT araştırmacıları fosfinin oksijen solumadan yaşayabilen bakteri ve mikroplar tarafından üretildiğini ispatladı. Dahası, fosfinin üretilmesi için yaşamdan başka hiçbir yolun olmadığı da gözler önüne serildi. Kısacası fosfin varsa biyolojik hayat vardır, çünkü fosfini başka hiçbir tepkime ile sağlayamıyoruz; meteor çarpması, yıldırım, volkanik patlama gibi; illa ki yaşamsal bir aktivitenin sonucu olmalı. Bu söz konusu yaşam bildiğimiz oksijen soluyan organizmaların olmasa bile. Fosfinin bir biyolojik imza olduğunu göstermek için yıllarca çalışan ve Dünya dışı yaşam aramak için özellikle bu molekülü aramamız gerektiğini öne süren MIT Profesörü Clara Sousa-Silva’nın şu sözüne dikkat çekmek isterim. “Atomları bir araya getirerek molekül oluşturmak için enerji sarf edecek tek şey yaşam. Öbür türlü, kimya sadece enerji olarak lehte ve elverişliyse molekül oluşturur.”
Sülfürik asit yağmurlarıyla ünlü cehennemvari bir gezegen olan Venüs’e bağlanalım. 14 Eylül’de bilimsel camiayı şaşkınlığa uğratan bir gelişme yaşandı. Aynı Clara ve meslektaşları, Nature Astronomy dergisinde ‘Venüs’ün Bulutlarında Fosfin Gazı’ başlıklı bir makale yayınladı. Venüs’te yaşam belirtileri başlıkları gündeme damgasını vurdu.
Yüzeyi yaşamı namümkün kılacak kadar sıcak (460 derece) ve yüksek basınçlı (Dünya’nın 90 katı) olmasına rağmen Venüs’te yaşam belirtileri nasıl olabilir? Öncelikle fosfine Venüs’ün yüzeyinden 60-80 kilometre yükseklikte bulunan, 100 kilometre kalınlıktaki bulutlarda rastlandı. Bu bulutlar yüzeye göre, Güneş ışığı alması ve Dünya benzeri basınç ve kısa kollu tişörtle gezilebilecek sıcaklık ile nispeten sakin görünüyor. Bu yüzden ta 1967’de Carl Sagan “Venüs’ün yüzey koşulları yaşamı elverişsiz kılsa da bulutlar tamamen başka bir hikaye” demişti.
Dünya’da fosfini bayıltan kokusundan dolayı rahatlıkla tespit edebiliyor olabiliriz ancak Venüs’ü koklayamadığımıza göre fosfini orada nasıl saptadık?
Eğer bir atmosferde yeterince fosfin bulunuyorsa teleskoplarımızla o atmosfere bakarak bunu anlayabiliyoruz şöyle ki: Fosfine çarpan ışığın belli bir dalga boyu fosfin tarafından emilir. (Oksijenin farklı, karbondioksitin farklı…Güneş Sistemindeki gezegenlerin atmosferik yapısını böyle belirleyebiliyoruz.) Eğer atmosferde ışığın o belli dalgaboyu teleskoplarımızca görülmez ise o atmosferde fosfin var diyoruz.
Venüs Dünya’ya çok benzeyen bir gezegen olmasıyla, hep yaşamın bir zamanlar var olduğu düşünülen bir gezegen oldu. 1980’de NASA’nın Venüs’e yolladığı Pioneer uzay aracının gözlemleri doğrultusunda kız kardeşimizin bir - iki milyar yıl önce sıvı okyanuslara sahip olduğu öne sürülmüştü. Yaşam için cennet olabilecek bu gezegen, Güneş’e çok yakın olması sebebiyle okyanusunun buharlaşması ve hiç buhar kalmayan atmosferinin de karbondioksitle dolmasıyla cehenneme dönmüştü. Yaşam formları da nesilleri tükenmesin diye bulutlara göç etmiş olabilirdi. Eğer bu kadar yakınımızda hem de bu koşullarda hayat bulabiliyorsak yaşam evrende düşündüğümüzden çok daha yaygın olabilir.
Yine de Venüs’te fosfinin gerçekten olup olmadığından emin olmamız için daha çok dataya ve gözleme ihtiyacımız var. Teleskoplarımız yanılmış olabilir. Bilim böyle bir şey. Tekrar tekrar gözlem gerektiriyor. Yanlışlanabiliyor. En kolay yol Venüs’e bir uzay sondası göndermek. Bakalım ne zaman? Şimdilik fosfin buluşunun heyecanı sürüyor.
O halde sülfür yiyen, asit içip bulutlarda uçan, kısa kollu giyen ve kimsenin ayıplamadığı bir şekilde yellene yellene yaşayıp giden Venüslülere selam olsun.
Aklıma takılanlarda: Eğer bir - iki milyar yıl önce Venüs’te akıllı yaşam olsaydı, bu canlıların Dünya Retro hareketindeyken işleri ters gider miydi ve elektrikli aletleri birer birer bozulur muydu? Bunu da astrologlar düşünsün.